21 Ağustos 2023
TESPİT DAVASI
TESPİT DAVASI
Dava Çeşitleri
Talep edilen hukuki korumaya göre davalar, tespit davası, eda davası ve inşai dava olarak üçe ayrılır. Bu davalardan eda ve tespit davaları sonunda verilen hükümler açıklayıcı, inşai davaların sonunda verilen hükümler ise yaratıcı özelliktedir.
Tespit Davası Nedir?
Tespit davası yoluyla mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesini amaçlayan davalara tespit davası denir. (HMK m. 106/1) Adından da anlaşılacağı üzere tespit davalarında, davalıya bir şeyi yapması veya yapmaması hükmedilmez; yalnızca taraflar arasındaki hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu veyahut tereddütlü olan kısım tespit edilir.
Örmeğin; bir malın mülkiyetinin kime ait olduğu, mahkemede kullanılacak delil için delil tespit davası açılması, taraflar arasında geçerli bir sözleşme bulunup bulunmamasının tespiti gibi çeşitli amaçlarla tespit davası açılabilir. Her türlü hukuki ilişki tespit davasına konu olabilir.

19 Haziran 2023
Yürütmenin Durdurulması
YÜRÜTME DURDURMA KARARI
Yürütmenin durdurulması kararı, idari yargıda açılmış bulunan bir iptal davasında veya bu dava sonucunda verilen karara karşı başvurulan kanun yolu incelemesi sırasında davanın taraflarından birisinin istemi üzerine idari yargı yerince, Kanunda belirlenen koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda yapılacak bir inceleme üzerine verilen ve istemin kabulü halinde idari işlemin ya da yargı kararının uygulanmasının uyuşmazlığın esasının karara bağlandığı tarihe kadar ertelenmesi sonucunu doğuran ve bu yönünle geçici koruma tedbiri niteliğinde olan idari yargıya özgü yargısal bir karar olarak tanımlanmaktadır. Yürütmenin durdurulması kararı, telafisi güç veya imkânsız zarar doğması durumlarını önleyerek idarede istikrar ve kamu yararının korunması, idareye işlemini gözden geçirme ve düzeltme olanağı tanıması ve idareyi tazminat ödemekten kurtarması gibi önemli faydalar sağlamaktadır.
Yürütmenin durdurulması kararının hukuksal niteliği ile ilgili öğretide görüş birliği bulunmamaktadır.
Bir görüşe göre; fer’i ve geçici mahiyeti olan ihtiyati tedbirden ibarettir.
Bir başka görüşe göre; işlemin uygulanmasını erteleyen koruyucu tedbir niteliğindeki ara kararlardır.
Genel kabul gören görüşe göre ise, yürütmenin durdurulması kararı, nihai karar öncesi verilen bir karar olmakla birlikte teknik anlamda bir ara karar değildir. Çünkü bu karar, davanın ilerlemesine yönelik değil, hukuka aykırılığı hususunda şüpheler olan bir idari işlemin, ileride giderilmesi güç veya imkânsız zarar doğmasını engellemek için, işlemin yürürlüğünü askıya alınmasını sağlayan, davanın esasına etkisi olmayan idari yargıya özgü bir yargısal karardır.
Anayasa’nın 125. maddesinin 5. fıkrasında; “İdarî işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.” denilmek suretiyle Anayasal bir kurum olarak düzenlenmiştir.
YÜRÜTMENİN DURDURULMASI KOŞULLARI
Davacı tarafın talebi üzerine davayı gören mahkeme yürütme durdurma kararını verebilir. Danıştay veya idare mahkemesinde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz (İYUK m.27). Oysa vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlülüklerin ve bunların zam ve cezaların dava konusu edilen bölümün tahsil işlemlerini durdurur. Burada duran yalnızca tahsil işlemleridir.
Yürütmenin durdurulması kararı verilen dosyalar öncelikle incelenmektedir.
Şartlar (İYUK m.27):
1-Davacının yürütmenin durdurulması isteminde bulunması gerekmektedir. Yürütme durdurulması talebi bizzat davacı tarafından veya vekili tarafından olmalıdır.
2-İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya olanaksız zararlar doğmalıdır.
3-İdari işlemde açık hukuka aykırılık olması gerekir. Kanun koyucu, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için telafisi zor veya olanaksız zarar doğması koşulu ve açıkça hukuka aykırılık şartının birlikte gerçekleşmesini aramaktadır.
4-Yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için davalı idarenin savunması alınmalı veya savunma süresi geçmelidir. (Uygulanmakla etkisi tükenen işlemler müstesna olmak üzere) Kural bu olmakla beraber bazı istisnaları mevcuttur:
- Dava dilekçesi ve eklerinden yürütmenin durdurulması talebinin yerinde olmadığı anlaşılırsa, davalı idarenin savunması alınmaksızın talep reddedilebilir.
- (II) Uygulanmakla etkisi tükenecek işlemler bakımından, idarenin savunması alınmaksızın yürütmenin durdurulması kararı verilebilir. Kanun maddesi bu hususu ‘’Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz.’’ Olarak ifade etmektedir. (İYUK m.27/2, c.2).
5-Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verebilmek için teminat gösterilmesi şartını arayabilir. Taraflar arasında teminatla alakalı olan uyuşmazlıklar, yürütmenin durdurulması hakkında karar veren daire, mahkeme veya hâkim tarafından çözümlenir. İdareden ve adli yardımdan yararlanmakta olan kişilerden teminat alınmamaktadır.
6-Yürütmenin durdurulması gerekçeli olması gerekmektedir. ‘’Davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler.’’ (İYUK m27/2,c.1)
7-Harç alınması gerekmektedir. Yürütme durdurulması isteminde bulunan kişinin yargı harcını peşin olarak ödemesi gerekmektedir.
YÜRÜTME DURDURMA KARARI KAÇ GÜNDE ÇIKAR
Yürütme istemleri hakkında yargı yerlerince şartlar ve duruma göre değerlendirme yapılarak; istemin reddi, kabulü, savunmaya ve ara karara kadar kabul, keşif ve bilirkişi incelemesi yapıldıktan sonra değerlendirilmesi, savunma ve ara karar gerekleri yerine getirildikten sonra incelenmesi ve talebin bekletilmesi yönünde kararlar verilmektedir.
Mahkeme yapmış olduğu inceleme sonucunda, dava konusu edilen işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğacağı ve idari işlemin açıkça hukuka aykırılık beslediği kanaatine varır ise işlem hakkında yürütülmenin durdurulmasına karar verir. Yukarıda da belirtildiği gibi Mahkeme kararın gerekçesinde dava konusu edilen işlemin neden hukuka aykırı olduğunu ve telafisi güç zarar doğacağını belirtmek durumundadır.
Yürütmenin durdurulmasına dair verilen kararlar on beş gün içinde yazılır ve imzalanır. (İYUK m.27/9)
YÜRÜTMENİN DURDURULMASI KARARI VERİLMEYECEK HALLER
-İptal davasına konu edilemeyecek işlemler için,
-İdarenin kendi iç düzeni ile alakalı işlemler,
-Hazırlık işlemleri,
-Görüş bildiren işlemler,
-Adli yargının görev alanına giren uyuşmazlıklar hakkında,
-Yoklukla sakat işlemler için,
-Yargı denetimi dışında tutulan işlemler için yürütmenin durdurulmasına karar verilemez.
YÜRÜTME DURDURMA KARARI SONRASI
Yürütmenin durdurulması kararı bir mahkeme kararıdır, uyulması zorunludur. İdare bu kararı hemen en geç 30 gün içinde uygulamalıdır.
İdarenin yürütmenin durdurulması kararının uygulamaması; yani yürütmenin durdurulması kararının gerekleri doğrultusunda en geç 30 gün içinde işlem tesis etmemesi ya da eylemde bulunmaması halinde, uygulanacak olan yaptırımlar iptal kararının uygulanmaması hali için öngörülen yaptırımlarla aynıdır. Yürütmenin durdurulması kararının uygulanmaması durumunda tazminat davası açabilmek için iptal davasının sonucunun beklenmesine gerek yoktur.
Yargı kararının kasten uygulanmaması, tipik bir hizmet kusuru oluşturmaktadır. Yargı kararlarının uygulanmaması hizmet kusuru oluşturduğundan, idare aleyhine açılacak tazminat davasının da idari yargı mercilerinde görülmesi gerekmektedir.
Anayasamızın 125. maddesine göre idarenin kendi eylem ve işleminden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Anayasanın bu hükmüne göre yargı kararlarının uygulanmamasından zarar gören kişiler idareye karşı dava açarak zararlarının tazminini isteyebileceklerdir.
YÜRÜTMENİN DURDURULMASI
Yürütmenin durdurulması kararı bir mahkeme kararıdır, uyulması zorunludur. İdare bu kararı hemen en geç 30 gün içinde uygulamalıdır. Bu karar tıpkı iptal kararı gibi makable şamildir, geriye yürür. Yürütmenin durdurulması kararı, dava konusu idari işlemin kanunilik ve icrailik niteliğini askıya alır. Yürütmenin durdurulması kararının hukuki etkisi hükümle beraber sona ermektedir.
Yürütme durdurma kararı ileriye de etkilidir. Bu karar verildiği andan itibaren dava sonuna kadar herkes ve idare için muhafaza edilmesi ve devamını da gerektirmektedir. Yürütmenin durdurulması kararı diğer tüm yargı kararları gibi bağlayıcı niteliktedir.
YÜRÜTMENİN DURDURULMASI KARARINA İTİRAZ
Yürütmenin durdurulması kararlarına itiraz, ilk derce mahkemesi olan idare ve vergi mahkemelerince verilen yürütme istekleri hakkında verilen kararların bir kerede bu kararı veren mahkeme dışında başka bir mahkemece incelenmesidir; itiraz kurumu sadece ilk derce mahkemelerinin vermiş olduğu kararlar açısından geçerlidir, üst yargı organlarınca (itiraz ve temyiz merci olarak) verdikleri kararlara karşı ise itiraz söz konusu olmamaktadır. Üst yargı mercilerinin vermiş olduğu kararlar kesindir. Dolayısıyla itiraza konu olabilecek kararlar idare ve vergi mahkemeleri ile Danıştay’ın ilk derece sıfatıyla baktığı davalarda yürütme istemleri hakkında vermiş oldukları kararlardır.
Yürütme durdurma istemleri hakkında verilen kararlara karşı, davanın tarafları itiraz edebilmektedir.
-İdare ve vergi mahkemeleri ile tek hâkim tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararına karşı Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir.
-Bölge idare mahkemesi kararlarına karşı en yakın Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir.
-Danıştay dava dairelerince verilen yürütmeyi durdurma kararına konusuna göre İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurullarına itiraz edilebilir.
Yürütmenin durdurulmasına ilişkin kabul veya ret kararlarına itiraz, idare, vergi veya Danıştay Dairesinin bu konudaki kararının taraflara tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere yapılmalıdır. Tatil günleri de sürelere dahildir. Eğer sürenin son günü tatil gününe rastlarsa süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzamaktadır.
Yürütmenin durdurulması istemi hakkında verilen kararlara itiraz edilmesi üzerine, itiraz mercileri dosyanın kendilerine gelişinden itibaren yedi gün içinde itirazı karara bağlamak zorundadır. Yürütme hakkında ilk derece mahkemesince verilen yürütme kararlarını inceleyen yargı yeri itiraz talebinin kabulü veya reddi şeklinde iki türlü karar verir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.
- EMSAL KARARLAR
Davanın Özeti: Davacı şirket adına düzenlenmiş olan 16.12.2004 tarih ve 174 nolu B sınıfı Onaylanmış Kişi Statü Belgesinin iptaline ilişkin işlemin ve bu işlemin dayanağı olan Gümrük Yönetmeliğinin 136/c maddesi ile 23.1.2004 tarih ve 25355 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 31 seri nolu Gümrük Genel Tebliğinin (Gümrük İşlemleri) 3/c maddesinin iptali ve yürütülmesinin durdurulması istenilmektedir.
Danıştay Tetkik Hakimi : A. A.
Düşüncesi: Yürütmenin durdurulması isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: H. Ü. K.
Düşüncesi: Yürütmenin durdurulması karar verilebilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27 nci maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği anlaşıldığından, istemin reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
2575 sayılı Danıştay Kanununun 87’nci maddesi uyarınca karar veren Danıştay Nöbetçi Dairesince, davalı idarelerin savunması alındıktan sonra incelenmesine karar verilen : Yürütmenin durdurulması istemi, savunmaların geldiği görülmekle yeniden incelendi, gereği görüşüldü:
Davanın durumu ve uyuşmazlığın hukuki niteliğine göre, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinde öngörülen koşulların bu aşamada gerçekleşmediği anlaşıldığından : Yürütmenin durdurulması isteminin reddine 29.8.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (Danıştay 10.Daire , E. 2007/686, K. Y.Durdurma T.29.08.2007)
Davanın Özeti: Davacı tarafından, diplomalarda Dekan ve Rektörün imzaları yanında Mütevelli Heyet Başkanının da imzasının bulunması uygulamasına son verilmesi, bu şekilde düzenlenecek diplomaların geçersiz olacağı ve bundan sonra düzenlenecek diplomalarda Mütevelli Heyet Başkanının imzasının yer almamasına ilişkin Yükseköğretim Genel Kurulunun 23.2.2006 günlü kararının iptali ve istemidir.
Savunmanın Özeti: Dava konusu işlemin vakıf üniversiteleriyle devlet üniversitelerindeki uygulama birliğinin sağlanması amacıyla Anayasa ve yasalara uygun olarak tesis edildiği,Mütevelli Heyetin akademik konularda yetkisinin düzenlendiği bir mevzuatın bulunmadığı sadece idari konularda yetkili kılındığı, istemin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi N. K.’ın Düşüncesi: Yürütmenin durdurulması isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Y. B.’un Düşüncesi: Yürütmenin durdurulmasına karar verilebilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27 nci maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği anlaşıldığından, istemin reddi gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 27. maddesinin 2. fıkrasında, idari işlemin uygulanması halinde giderilmesi güç veya olanaksız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda yürütmenin durdurulması karar verileceği kuralı yer almıştır.
Davada bu koşulların birlikte gerçekleşmediği anlaşıldığından Yürütmenin durdurulması isteminin reddine 01.10.2007 gününde oybirliği ile karar verildi. (Danıştay 8.Daire , E. 2007/4325, K. Y.Durdurma T.01.10.2007)

19 Haziran 2023
Yargıda Süreler
Hukuk Muhakemeleri Kanunu ‘nda Sürelerin Belirlenmesi
Yargılama faaliyetinin mümkün olduğunca hızlı bir şekilde sonuçlandırılması, yargılamanın sürüncemede kalmaması, yargılama konusu hakkın bir an önce sahibine verilmesi ve kişilerin yargıya olan güveninin tesis edilmesi gibi amaçlarla usul hukuklarında ve hukukumuzda tarafların ve mahkemelerin yapacağı işlemler birtakım sürelere bağlanmıştır. Bu durum aynı zamanda yargılama hukukunun şekilciliğinin de bir sonucudur.
Bu sürelerin bazıları kanun tarafından belirlenirken bir kısmı hâkimin takdirine bırakılmıştır. Kanun tarafından belirlenen süreler kesin olup hâkim tarafından uzatılamaz veya kısaltılamaz. Bu durum, HMK m. 90 ‘da “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez.” şeklinde belirtilmiştir.
Kanun maddesi ışığında, yargılama faaliyetlerinde sürelerin; “kanun tarafından belirlenen süreler” ve “hakim tarafından belirlenen süreler” olarak ikiye ayrıldığı söylenebilir.
Sürelerin Çeşitleri
Kanunun (HMK) Belirlediği Süreler
Kanuni süreler, Hukuk Muhakemeleri Kanunu tarafından belirlenmiştir. Söz konusu kanunda süreler, yargılamanın taraflarına, mahkemelere ve yargılamada yer alan diğer kişilere yönelik olarak düzenlenmiştir.
Taraflar için kanunda öngörülen süreler, kural olarak kesin olup (HMK m. 94/1) hâkim veya taraflar bu süreleri değiştiremezler. Ayrıca kanundaki süreler hak düşürücü niteliktedir. Örneğin, istinaf kanun yoluna başvurunun, mahkeme ilamının taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde yapılması gerekmektedir (HMK m. 345). Bu süre zarfında işlemi yapmayan taraf, istinaf kanun yoluna başvuru hakkını kaybeder.
Mahkeme için kanunda öngörülen süreler, hak düşürücü nitelikte olmayıp yargılamanın belirli bür süre ve düzen içerisinde işlemesine yöneliktir. Kural olarak mahkeme, belirli bir işlemi kanunda öngörülen süre içinde yapmak zorundadır. Ancak söz konusu işlem belirtilen süre içinde yapılmasa da geçerlidir. Bu işlemin süresinden sonra yapılmasında hakim kusurlu ise, disiplin sorumluluğu yoluna gidilebilir ve bu durumdan zarar gören kişi devlet aleyhine tazminat davası açabilir.
Yargılamada yer alan diğer kişiler için kanunda öngörülen süreler, kural olarak düzenleyici nitelikte olup, taraflar için bir hak kaybına sebep olmamaktadır. Söz konusu diğer kişiler, yargılama faaliyeti içerisinde davanın tarafları ve mahkemede görev alan (hâkim, zabıt kâtibi, vb.) kişiler haricinde mahkeme tarafından görevlendirilebilecek kişiler (bilirkişi, tercüman, vb.) olabileceği gibi, taraflar tarafından da yargılamada yer alması istenen kişiler (tanık, uzman görüşü, vb.) olabilir. Ya da üçüncü kişi (fer’i müdahil, tanık, vb.) söz konusu yargılama faaliyeti içerisinde yer almak isteyebilir.
- Hakimin Belirlediği Süreler
Kanunda açıkça bazı sürelerin belirlenmesi, hakime bırakılmış olabilir veya hakim bir işlemin belirli bir süre içinde yapılmasını öngörebilir. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeplerle artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler. (HMK m.90/2) Bu süreler kural olarak kesin olmamakla birlikte Kanunun aradığı şekil şartlarına uymak suretiyle hâkimin de kesin olarak süre belirleyebilmesi mümkündür. Bu takdirde hâkim, tayin ettiği kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklar ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını açıkça tutanağa geçirerek ihtar eder. Kesin olduğu belirtilmeyen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir; bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez. Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar. (HMK m. 94)
Hâkimin takdir yetkisi, hukuk ve hakkaniyet çerçevesindedir. Ayrıca hâkimin takdir yetkisinin üst sınırı usul hukuku prensipleridir. Çünkü hâkim, yargılamayı mümkün olan en hızlı şekilde ve ekonomik olarak yürütmek zorundadır aksi bir hak ihlaline sebebiyet verir.
- Sürelerin Hesaplanması
Süresinde bir işlem yapılmadığında hak kaybı doğacağından, süreler konusunda dikkatli olunmalıdır. Süre hesaplamalarında üç şey önem taşımaktadır, bunlar:
- Sürenin başlangıç anı,
- Sürenin ne kadar olduğu,
- Sürenin ne zaman sona erdiği ve son günü.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu ‘nda sürelerin nasıl hesaplanması gerektiğini 91 ve 92. maddede açıklanıştır. Buna göre;
Sürelerin Başlaması
Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar. (HMK m. 91) Burada tebliğden kasıt, söz konusu evrakın tebliğe çıkarıldığı gün değil, tarafın gönderilen belgeyi aldığı gündür.
Sürelerin Bitimi
Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter. Süre; hafta, ay veya yıl olarak belirlenmiş ise başladığı güne son hafta, ay veya yıl içindeki karşılık gelen günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne karşılık gelen bir gün yoksa, süre bu ayın son günü tatil saatinde biter. (HMK m.92)
Resmî tatil günleri, süreye dahildir. Sürenin son gününün resmî tatil gününe rastlaması hâlinde, süre tatili takip eden ilk iş günü çalışma saati sonunda biter. (HMK m. 93)
Örnek vermemiz gerekirse,
- 14/02/2020 tarihinde hakimin, sağlık kurumuna başvurması için davacı işçiye iki ay süre verdiğini tefhim ettiğini farz edelim. Sağlık kurumuna başvurunun sonu 14/04/2020 tarihi tatil saati olacaktır. Ay olarak belirlenen süre ayın sonu ise diğer ayın sonunda karşılık gelen gün olarak hesap edilmesi gerekir. Diğer ayın sonunda karşılık gelen gün yoksa söz konusu ayın son günü tatil saatinde süre sona erer. Aynı örnek üzerinden hakim, 31/03/2020 tarihinde tarafa üç ay süre vermiş olsaydı sürenin sonu, Haziran ayında sürenin başlangıç tarihine karşılık bir gün olmadığından ayın son günü olan 30/06/2020 tarihi tatil saati olacaktır.
- Hakim tarafa bir ay süre tanısın ve bu süre tarafa 05/11/2020 tarihinde tebliğ edilsin sürenin sonu 05/12/2020 tarihi olacaktır. Ancak, Aralık ayının beşinci günü Cumartesiye rastladığından sürenin sonu kendiliğinden 07/12/2020 Pazartesi çalışma saati sonuna uzayacaktır. Elektronik ortamda yapılabilen bir işlem ise süre 08/12/2020 tarihi saat 00:00 itibariyle sonuçlanacaktır.
- Yargıda Sürelerin Durması ve Adli Tatil
Mahkemeler, kural olarak adli tatil sırasında dava ve işlere bakamaz, bu işlemler adli tatilden sonraki zamana ertelenir. Adli tatilin başlama ve bitiş tarihleri HMK madde 102 ‘de açıklanmıştır. Buna göre; adli tatil, her yıl yirmi temmuzda başlar, otuz bir ağustosta sona erer. Yeni adli yıl ise bir eylülde başlar.
Ancak adli tatile tabi olmayan dava ve işler de bulunmaktadır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 103 ‘te ayrıntılı olarak bu istisnalar sayılmıştır:
- a) İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delillerin tespiti gibi geçici hukuki koruma, deniz
raporlarının alınması ve dispeçci atanması talepleri ile bunlara karşı yapılacak itirazlar ve diğer başvurular hakkında karar verilmesi.
- b) Her çeşit nafaka davaları ile soybağı, velayet ve vesayete ilişkin dava ya da işler.
- c) Nüfus kayıtlarının düzeltilmesi işleri ve davaları.
ç) Hizmet akdi veya iş sözleşmesi sebebiyle işçilerin açtıkları davalar.
- d) Ticari defterlerin kaybından dolayı kayıp belgesi verilmesi talepleri ile kıymetli
evrakın kaybından doğan iptal işleri.
- e) İflas ve konkordato ile sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma suretiyle
yeniden yapılandırılmasına ilişkin işler ve davalar.
- f) Adli tatilde yapılmasına karar verilen keşifler.
- g) Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler.
ğ) Çekişmesiz yargı işleri.
- h) Kanunlarda ivedi olduğu belirtilen veya taraflardan birinin talebi üzerine, mahkemece
ivedi görülmesine karar verilen dava ve işler.
Tarafların anlaşması hâlinde veya dava bir tarafın yokluğunda görülmekte ise hazır olan tarafın talebi üzerine, yukarıdaki iş ve davalara bakılması, adli tatilden sonraya bırakılabilir.
Adli tatilde, yukarıdaki fıkralarda gösterilenler dışında kalan dava ve işlerle ilgili olarak verilen dava, karşı dava, istinaf ve temyiz dilekçeleri ile bunlara karşı verilen cevap dilekçelerinin ve dosyası işlemden kaldırılan davaları yenileme dilekçelerinin alınması, ilam verilmesi, her türlü tebligat, dosyanın başka bir mahkemeye, bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya gönderilmesi işlemleri de yapılır.
Bu madde hükümleri, bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay incelemelerinde de uygulanır.
Adli tatile tabi olan dava işlerde, sürenin bitiminin adli tatil dönemine rastlaması durumunu Hukuk Muhakemeleri Kanunu ‘nda ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre, mahkemelerce verilen sürenin sonunun bir adli tatil dönemine rastlaması durumunda süre adli tatilin bitiminden itibaren bir hafta uzayacaktır. ( HMK m. 104)
Örneğin, adli tatile tabi olan bir davada hâkim tarafa iki hafta süre tanısın ve bu husus tarafa 06/07/2020 tarihinde tebliğ edilsin. Söz konusu süre, adli tatilin başlangıcı olan 20/07/2020 tarihine rastladığından dolayı süre adli tatilin bittiği gün olan 31/08/2020 tarihinden itibaren bir hafta daha uzayarak 07/09/2020 tarihinde fiziki ortamda çalışma saati sonunda; elektronik ortamda ise, saat 00:00 itibariyle sona erecektir.
- Yargıtay Kararları
- YARGITAY
- HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2012/15593
Karar Numarası: 2013/1955
Karar Tarihi: 28.01.2013
ADLİ TATİLDE BAKILAMAYACAK DAVALARDA SÜRELERİN SON GÜNÜNÜN ADLİ TATİLE RASTLAMASI
ÖZETİ: İtirazın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu gereğince, adli tatilde bakılamayacak olan davalarla ilgili olarak belirlenen sürelerin son günü adli tatile rastladığı takdirde, bu süreler, adli tatilin bittiği günden itibaren yedi gün uzatılmış sayılır ( m.l04 ). Davalının ilk itirazlarını ileri sürme süresi adli tatil içerisinde sona ermiştir ( HMUK m. 195 ). Bu halde davalı tarafından yapılan yetki, derdestlik ve birleştirme ilk itirazları süresinde olup hadise şeklinde incelenerek bir karar vermek gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı ( kadın ) tarafından, temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava dilekçesi davalıya 08.08.2011 tarihinde tebliğ olunmuş, davalı 19.08.2011 tarihli cevap dilekçesi ile yetki ( HUMK.m.187/2 ), derdestlik ( HUMK. m. 187/4 ) ve birleştirme ( HUMK.md.45/2 ) ilk itirazında bulunmuş, mahkemece; davalının yetki ve derdestlik itirazları süresinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmiş, birleştirme ilk itirazı ile ilgili olarak ise her hangi bir karar verilmemiştir. İtirazın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu gereğince, adli tatilde bakılamayacak olan davalarla ilgili olarak belirlenen sürelerin son günü adli tatile rastladığı takdirde, bu süreler, adli tatilin bittiği günden itibaren yedi gün uzatılmış sayılır ( m.l04 ). Davalının ilk itirazlarını ileri sürme süresi adli tatil içerisinde sona ermiştir ( HMUK m. 195 ). Bu halde davalı tarafından yapılan yetki, derdestlik ve birleştirme ilk itirazları süresinde olup hadise şeklinde incelenerek bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre temyize konu diğer yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle, 28.01.2013 tarihinde karar verildi.
- YARGITAY
- HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2005/1693
Karar Numarası: 2005/3003
Karar Tarihi: 29.03.2005
USUL HUKUKUNDA SÜRELER VE BELİRLENMESİ
HAKİM TARAFINDAN VERİLEN SÜRELERİN KESİN OLMASI
Davacı meslek hastalığı sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi B.Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
Davaların kısa zamanda sonuçlandırılması adaletin biran önce tecellisi için taraflarca veya mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bu sürelerin bir bölümünü kanun bizzat belirlerken bir bölümünü işin özelliği ve tarafların durumuna göre belirlenmesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkça belirtilen istisnalar dışında kesindir. Bu nedenle kanunun tayin ettiği sürelere hakim tarafından değiştirilemez. (HUMK 159) Buna karşılık hakimin belirlediği süreler kural olarak kesin değildir. (HUMK 163) Hakimin tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltabileceği gibi süre geçtikten sonra tarafların isteği üzerine yeni bir süre verilebilir. Bu takdirde verilen bu süre kesindir. Öte yandan hakim kendi belirleyeceği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. ( HUMK 163/3 cümle) Kesin sürenin tayin edilmesi halinde karşı taraf yararına usuli kazanılmış hak doğuracağı kuşkusuzdur.
Öte yandan hakimin bir işlemin yapılmak üzere süre tayin edebilmesi için, o işlemin kendisine süre verilen tarafın yapabileceği bir işlem olması gerekir. Aksi halde o taraf verilen süre içerisinde sadece kendi yapabileceği kısmı yapmakla kendine düşen ödevi yerine getirmiş olur. Ayrıca kesin süreye ilişkin ara kararın her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılması, yapılacak işlerin teker teker belirtilmesi verilen sürenin yeterli emredilen işin gerekli yapılabilir olması ve süreye uymanın sonuçlarının açıkça anlatılması gerekir.
Yerel mahkemenin 13.4.2004 günlü ara kararının yukarıda açıklanan ilkelere uygun olmadığı bu yönüyle kesin mehilin şartlarının oluşmadığı açıktır. Kaldı ki davacının ara kararına uygun biçimde Zonguldak Göğüs ve Meslek Hastalıkları Hastanesine müracaat ettiği ve tetkiklerinin yapıldığı ilgili kurumun dosya içerisindeki cevabi yazıda anlaşılmaktadır. Davacının gerekli tetkikleri yapıldıktan sonra heyete girmemesi 13.4.2004 günlü ara kararına aykırı davranış olarak kabul etmek mümkün değildir. Hal böyle olunca da davacının maluliyetinin belirlenmesinden vazgeçtiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 29.3.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

19 Haziran 2023
BEKLETİCİ MESELE
Ön Sorun Nedir?
Bir davada, yargılamanın yürütülebilmesi ve karara bağlanabilmesi için mahkeme tarafından çözümlenmesi gereken sorunlara “ön sorun” denir. Ön soruna örnek olarak; bir delilin sahteliği iddiası üzerine delilin sahte olup olmadığının incelenmesi, zamanaşımı def’inin incelenmesi, yetki itirazının incelenmesi, hakimin reddi talebinin incelenmesi gibi durumlar verilebilir.
Ön sorun olarak adlandırılabilecek sorunlar çözülmeden, yargılamaya devam edilmesi hukuka uygun değildir. Mahkeme, ön sorunu kendisinin karar verebileceği bir husus olarak değerlendirirse kendi karar vererek, yetkili bir makamın değerlendirip rapor veya karar vermesi gerekiyorsa ilgili yere söz konusu sorunu aktararak sorunun çözülmesini beklemeli ve kararını sorun çözüldükten sonra vermelidir.
Ön Sorunun Öne Sürülmesi ve İncelenmesi
HMK m. 163 ‘e göre yargılama sırasında, davaya ilişkin bir ön sorun ortaya çıkarsa, ilgili taraf, bunu dilekçe vermek suretiyle yahut duruşma sırasında sözlü olarak talep edebilir.
Bu talep üzerine hakim, taraflardan birinin ileri sürdüğü ön sorunu incelemeye değer bulursa, belirleyeceği süre içinde, varsa delilleriyle birlikte cevabını bildirmesi için diğer tarafa tefhim veya tebliğ eder.
Karşı tarafın cevabından sonra hakim, eğer ön sorun hakkında iki taraf arasında uyuşmazlığı tespit ederse, gerekirse tarafları mahkemeye davet edip dinledikten sonra kararını verir ve ön sorun hakkındaki kararını taraflara tefhim ve tebliğ eder. (HMK m. 164)
Ön sorun hakkındaki karar, hakimin davadan çekilmesini gerektiriyorsa nihai karar; çekilmesini gerektirmiyorsa ara karardır.
Bekletici Mesele (Bekletici Sorun) Nedir?
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 165. Maddesine gereğince bekletici sorun; bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar yargılamanın bekletilmesini gerektiren sorunlardır.
Ön sorun, bekletici sorunu da kapsayan geniş anlamda değerlendirilen bir kavramdır. Ancak, dava hakkında kararın verilebilmesi için öncelikle çözümlenmesi gereken ön sorunun, başka bir mahkeme veya merci tarafından karara bağlanması gerekiyorsa, bu ön sorun, bekletici sorun olarak adlandırılır.
Ayrıca karıştırılmaması gereken bir husus da şudur ki; davadaki bir sorunu, bekletici sorun saymak için ortaya çıkan sorunun mahkemenin görevi dışında kalması şartı aranmamaktadır. Bir davanın çözümü, başka bir mahkemede görülmekte olan davanın çözümüne kısmen veya tamamen bağlı ise de onu bekletici sorun saymak gerekir. Burada maksat görev uyuşmazlığını gidermek değil, bekletici sorunun varlık sebebi olan; yargı organlarının çelişkili karar vermelerinin önüne geçmek, aynı iş için iki defa inceleme yapılmasından kaçınmak ve başka bir mahkeme veya mercinin uzmanlığını gerektiren hususlarda daha doğru incelenip karar verilmesini sağlamaktır.
Bekletici Sorunun Öne Sürülmesi ve İncelenmesi
HMK m. 165/2 ‘ye göre; bir davanın incelenmesi ve sonuçlandırılması başka bir davanın veya idari makamın çözümüne bağlı ise mahkeme, ilgili tarafa görevli mahkemeye veya idari makama başvurması için uygun bir süre verir.
Bu süre içinde görevli mahkemeye veya idari makama başvurulmadığı takdirde, ilgili taraf bu husustaki iddiasından vazgeçmiş sayılarak esas dava hakkında karar verilir.
Bunun yanında süresi içinde dava açılır veya idari yargıya başvurulursa, bu davanın sonuçlanmasına ya da idari makamın vereceği karara kadar asıl dava ertelenecektir.
Kanun koyucu, davada ortaya çıkan bir sorunun bekletici sorun sayılmasını mahkemeye, yani hakimin takdirine bırakmıştır. Bekletici sorun yapma kararının şartlarının mevcut olduğuna kanaat getiren mahkemenin, vereceği bir ara kararla bekleme kararı aldığını açıkça belirtmesi gerekmektedir. Ancak bu karar, bir ara karar niteliği taşıdığı için, mahkeme bekletici sorun yapma kararından her zaman dönebilir.
Bekletici sorun yapma kararı alınabilmesi için varlığı aranan en temel şart, iki dava arasındaki bağlantı şartıdır. Mahkemenin bekletici sorun yapma kararı alabilmesi için beklenmesi düşünülen dava ile bekletilecek dava arasında bağlantının olması gerekmektedir. İki dava arasında bağlantının varlığından söz edilebilmesi, davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek kararın diğerini etkileyecek nitelikte bulunması hallerinde mümkündür. Ayrıca görülmekte olan davanın çözümüne bağlı olan diğer davanın önce veya sonrasında açılmış olması önemli değildir, herhangi bir engel teşkil etmemektedir.
İki dava arasında bağlantı bulunmadığı veya bağlantı olmasına rağmen, sorunla karşılaşan mahkemenin sorunu çözmeye yetkisi ve görevi bulunduğu hâllerde bekletici sorun yapma kararının alınmaması gerekir. Böyle durumlarda mahkeme, karşılaştığı sorunu, ön sorun hâline getirip öncelikli olarak kendisi inceleyecektir.
Bir sorunu bekletici sorun yapıp yapmamak, kural olarak davayı gören mahkemenin takdirindedir. Ancak bazı durumlarda, kanun koyucu, başka bir mahkemenin kararının zorunlu bekletici sorun yapılmasını öngörmüştür. Yani söz konusu durumlarda asıl mahkemenin, diğer mahkemenin kararını beklemesi gerekir.
Bekletici sorun yapılması zorunlu durumlar:
- Anayasa ‘ya aykırılık iddiaları hakkında Anayasa Mahkemesi Kararı ( AY m. 152 )
- Yargı yolu uyuşmazlığı hakkında Uyuşmazlık Mahkemesi kararı ( UMK m. 18, 19 )
- İtirazın kesin kaldırılması
- Murisin borcundan dolayı takip edilen mirasçının terekenin borca batık olduğu yönünde açtığı davadaki hukuk mahkemesi kararı ( İİK m. 68/4 )
Ayrıca, bekletici sorun yapılacak karar olmadan yargılamaya devam edip karar vermek hukuken veya fiilen mümkün değilse, kanunda açıkça bekletici sorun yapma zorunluluğu belirtilmemiş olsa bile bekletici sorun yapılması gerekecektir. Örneğin; dava şartı olan, taraflardan birinin ruh sağlığının yerinde olup olmadığı (dava ehliyeti) iddiası var ise ve bu konuda karar verilmesi görev bakımından başka mahkemenin görev alanına giriyorsa, bekletici sorun yapmak hukuki bir zorunluluktur.
Bekletici sorun, her ne kadar hakimin takdirine bırakılmışsa da tabi ki hakimin, takdir yetkisini dilediği gibi kullanması mümkün değildir. Bağlantı koşulları sağlandığı halde hakim, bunu bekletici sorun sayması gerekirken bekletici sorun olarak saymayıp davanın ertelenmesine karar vermezse, Yargıtay hakimin takdir yetkisini kanunun amacına aykırı kullanılmasını doğru bulmayıp hakimin verdiği kararı bozmaktadır.
- Bekletici Mesele (Bekletici Sorun) Örnek Yargıtay Kararları
MAHKEMESİ : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : Boşanma
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, tazminatlar ve nafakalar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı erkeğin tedbir nafakasına yönelik temyiz itirazları yersizdir.
2-Mahkemece, kadının boşanma davasının kabulüne karar verilmiş; hükme esas alınan Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/238 Esas, 2018/56 Karar sayılı dava dosyası kesinleşmemiştir. Ceza davasının neticesi, boşanma davasının sonucunu etkileyecektir. O halde, ceza mahkemesindeki davanın neticesinin bu davada bekletici sorun yapılması, neticesine kadar yargılamanın bekletilmesi ve sonucuna göre deliller yeniden değerlendirilerek dava hakkında hüküm kurulması gerekir. Bu hususun nazara alınmaması doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, bozma sebebine göre temyize konu diğer bölümlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 28.11.2019 (Prş.)
…Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı mirasçıları tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Taraflar 09.05.2012 tarihinde evlenmiş, davacı koca tarafından 04.07.2012 tarihinde nispi butlan nedeniyle evliliğin iptali davası açılmıştır. Dosya içerisinde bulunan nüfus kayıt örneğinden davacı kocanın dava tarihinden önce 14.05.2012 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır. Davacı mirasçılar vekilince temyiz dilekçesi ekinde sunulan belgelerle davacı kocanın 22.12.2012 tarihinde öldüğü iddia edildiğine göre; mahkemece davacı mirasçılarına bu yönde nüfus kaydının düzeltilmesi amacıyla süre verilmesi, bu hususun bekletici mesele yapılması ve sonucuna göre Türk Medeni Kanununun 159. maddesine göre işlem yapılması gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.15.01.2014 (Çrş.)

19 Haziran 2023
TAM YARGI DAVASI
TAM YARGI DAVASI NEDİR ?
Tam yargı davaları, idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilen kimseler tarafından, idari işlemler ve eylemlerden doğan zararların giderilmesine yönelik açılan davalardır. İptal davasının objektif nitelikte bir dava olmasının aksine tam yargı davaları, kişisel hakkın ihlal edilip edilmediği araştırıldığı için sübjektif nitelikli davalardır. Tam yargı davalarının gayesi bir hakkın yerine getirilmesi veyahut uğranılan zararların giderilmesi ya da eski durumun geri getirilmesidir.
TAM YARGI DAVASININ TÜRLERİ
1-Tazminat Davaları: Anayasamızın 125.maddesinde ‘’ İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür. ‘’ denilmek suretiyle idarenin kusura dayanan sorumluluğu yani hizmet kusurunu düzenlemiştir. Bununla birlikte tazminat davaları, idarenin kusura dayanan sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk esaslarına ilişkin mali sorumluluğuna dayanan davaları oluşturmaktadır.
2-İstirdat/ Geri Alma Davaları: İstirdat yani geri alma davası, haklı bir sebep olmaksızın idarenin hesabına geçmiş olan malvarlığı veya paranın geri alınmasına yönelik açılan bir tam yargı davasıdır.
3-İdari Sözleşmelerden Doğan Davalar: İdare, tek taraflı işlemlerin yanı sıra sözleşmeler de yapmaktadır. İdarenin sözleşmeleri kendi içinde idari sözleşmeler ve idarenin özel hukuk sözleşmeleri olarak ikiye ayrılır. İdari sözleşme, Danıştay’a göre; “konusu doğrudan doğruya veya dolayısıyla bir kamu hizmetine ilişkin ve taraflardan biri idare olan ve idarenin diğer tarafa nazaran üstün hak ve yetkilerini içeren hükümler taşıyan sözleşmeler idari sözleşmelerdir”. İdari sözleşmelerin uygulanması sırasında çıkan uyuşmazlıklar tam yargı davası yoluyla çözülmektedir.
4-Vergi Davaları: Niteliği tartışmalı olmakla beraber, genel kabul alan görüşe göre vergi davalarının da tam yargı davası olduğu yönündedir.
İDARENİN SORUMLULUĞU
İdarenin sorumlu olabilmesi için, kamu hizmetinin hazırlarken, sunarken veya yürütürken idarenin tek taraflı (işlemler, eylemler) ve sözleşmelerden başka kişilerin zarar görmesi ve idarenin verdiği zarar ile faaliyeti arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. İdarenin sözleşme dışı sorumluluğu da hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hizmet Kusuru:
Genel olarak, hizmet kusuru idarece yürütülen bir hizmetin kurulması, düzenlenmesi veya işleyişindeki bozukluk, aksaklık veya eksiklik olarak tanımlanmaktadır. Kamu görevlileri tarafından ifa edilen idareye ve yürüttüğü hizmetlere ilişkin kusurlu davranışlar idarenin sorumluluğunu gerektirir. Hizmet kusuru, genel, anonim ve objektiftir. Hizmet kusuru ilk ve asli sorumluluk olduğu için somut olayda hizmetin işleyişiyle ilgili idareye yönelik kusur atfedilemiyorsa, bu ispatlanamamışsa idare aleyhine açılan davanın reddi gerekir. Bunun en tipik örneğini de deprem oluşturmaktadır.
Hizmet kusurunu oluşturan durumlar:
- Hizmetin kötü işlemesi: Hizmetin beklenilen özen, titizlik, dikkat ve kalitede yürütülmemesi nedeniyle bir zarar meydana gelmişse hizmetin kötü işlediğini söylemek mümkündür.
- Hizmetin geç işlemesi: Kamu hizmetinin düzgün ve hukuka uygun şekilde yürütülmesi gereklidir. Ayrıca idarenin sunduğu kamu hizmetini beklenen olağan süre içinde ve zamanında gerçekleştirmesi idare açısından bir yükümlülük oluşturur. Zira hizmetin geç işlemesi veya yavaş işlemesi sorumluluğu gerektiren bir idari kusurdur.
- Hizmetin hiç işlememesi: Kamu hizmetinin idare tarafından hiç yapılmamasıdır. Danıştay; idarenin yerine getirmesiyle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde idarenin hareketsiz kalmasını açık hizmet kusuru saymaktadır.
Kişisel Kusur:
Kusur sorumluluğunda ikinci sorumluluk türü “kişisel kusur”dur. “Hizmetten ayrılabilen kusur” da denilen kişisel kusur belirsiz bir kusur türüdür. Kişisel kusur, kamu görevlilerinin görevlerinin ifasından ayrılabilir nitelikte olan kusurlarıdır ve idarenin sorumluluğuna yol açmaz. Örneğin devlet hastanesindeki baş hekimin mesai saatleri dışında yaptığı hatalı muayene sonucu hastanın zarar görmesi gibi. Başlıca kişisel kusur halleri:
a)Kamu görevlisinin suç niteliği taşıyan davranışları,
b)Yargı kararlarına uymama,
c)Kamu görevlisinin ağır kusuru
d)Kamu görevlisinin kötü niyetli davranması
Kusursuz Sorumluluk:
İdare hukukunda kusura dayalı, yani hizmet kusuruna dayalı sorumluluk birinci ve esastır. Kusursuz sorumluluk istisnai bir sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk, idarenin hiçbir kusuru olmasa dahi, idari faaliyetler ile zarar arasında illiyet bağı bulunmasının mümkün olması halinde, idare zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Kusursuz sorumluluk belli başlı iki ilkeye dayanmaktadır: Tehlike(risk) ilkesi ve kamu külfetleri karşısında eşitlik (fedakarlığın denkleştirilmesi)
Kusursuz sorumluluğun şartları:
I.İdari davranış II.Zarar III.Nedensellik bağı
Danıştay bir kararında idarenin sorumluluğunun koşullarını detaylı bir şekilde şöyle açıklamıştır.
“…İdarenin hukuki sorumluluğundan söz edilebilmek için ortada bir zararın bulunması ve bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması yani zararla idari faaliyet arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Ancak idarenin tazminat ödemekle yükümlü tutulabilmesi için bu genel şartların yanı sıra ilgililerin zarara uğramasına neden olan idari işlem veya eylemin hizmet kusuru oluşturması ya da kusursuz sorumluluk esasının uygulanmasına elverişli olması ve hizmet kusurunun varlığının, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi sebebiyle şahıslara ve şahsi mülkiyete bir zarar verilmesi halinde bu zararın hizmet sahibi idarelerce tazmini gerekmektedir, idareyi böyle bir zararın tazmini ile sorumlu tutabilmek için öncelikle ortada tazmini gereken bir zararın bulunması, zarar gören kişinin kendi kusurundan kaynaklanmaması, kamu görevlileri dışında idare ile hukuki bir ilişi içinde olmayan üçüncü kişilerin eyleme sebebiyet vermemesi ve mücbir sebep bulunmaması halinde illiyet bağının kurulması sonucu idarenin sorumluluğundan bahsedebilmek mümkün olacaktır.”
İdarenin Sorumluluğunu Kaldıran Veya Azaltan Haller:
1.Mücbir sebep : Deprem, sel, aşırı yağış, yıldırım düşmesi, toprak kayması vb. Bu durumda idarenin davranışı ile zarar arasında bir nedensellik bağı kurulamayacağı için idarenin hem hizmet kusuru hem de kusursuz sorumluluğu ortadan kalkmaktadır.
2.Umulmayan hal (beklenmeyen durum): Genellikle kaza biçiminde ortaya çıkmaktadır. Beklenmeyen hal, söz konusu olduğu takdirde idarenin kusurlu sorumluluğunu ortadan kaldırır kusursuz sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
3.Zarar görenin kusuru: Zarar, zarar görenin kusuru sebebiyle meydana gelmişse idarenin hem hizmet kusuru hem kusursuz sorumluluğu duruma göre kısmen veya tamamen ortadan kalkar.
4.Üçüncü kişinin kusuru: Üçüncü şahısların eylem ve davranışlarının zararın oluşmasında katkıda bulunması idarenin sorumluluğunu etkileyen bir unsurdur. Bazı hallerde idarenin hizmet kusuruna dayanan sorumlulukta üçüncü kişinin davranışları, ya idarenin sorumluluğunu bütünüyle ortadan kaldırır ya da üçüncü şahsın kusuru ölçüsünde azaltır. Kusursuz sorumluluk halinde ise, üçüncü kişinin işe karışmış olması idareyi sorumluluktan kurtarmaz. Ancak idare tazminatı ödedikten sonra üçüncü kişiye rücu edebilir.
TAM YARGI DAVASI ZAMANAŞIMI
–İdari işlemlere karşı doğrudan tam yargı davası açılıyorsa, süre kural olarak işlemin yazılı tebliğini izleyen günden itibaren 60 gündür. İdari işlemin uygulanmasından doğan zararlara karşı doğrudan doğruya tam yargı davasında dava açma süresi, uygulama tarihini izleyen günden itibaren 60 gündür.
–Zarar doğuran işlemin icrası süreklilik gösteriyorsa, tazminat davasını açma süresi işlemin icrasına başlandığı günden değil, sona erdirildiği günden itibaren başlayacaktır.
–İptal davası ile tam yargı davası birlikte açılmışsa dava açma süresi, idari işlemin tebliğini izleyen günden itibaren 60 gündür.
–İdari işleme karşı önce iptal davası ve daha sonra tam yargı davası açılması halinde dava açma süresi, iptal davasının karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliğini izleyen günden itibaren 60 gündür.
–İdari bir eylemden zarar görenler tam yargı davası açmadan önce, zarar verici idari eylemi idarenin yazılı bildirimi veya başka şekilde öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri, yani ön karar talep etmeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren dava açma süresi içinde tam yargı davası açılabilir.
–İdari sözleşmelerden doğan, idari sözleşmenin uygulaması ile ilgili uyuşmazlıklarda dava açma süresi, talebe verilen cevabın tebliğinden itibaren 60 gündür.
Genel zamanaşımı olan 10 yıllık süre içerisinde idareye başvurabileceğini kabul etmek gerekir.
TAM YARGI DAVASI NEREDE AÇILIR?
Tam yargı davası, idari işlem veya eylemin özelliğine göre Danıştay, idare veya vergi mahkemesinde açılabilen bir idari dava türüdür.
Tam yargı davalarında genel görevli yargı yeri idare mahkemeleridir. Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalarda verdiği kararların uygulanmaması nedeniyle açılacak tam yargı davalarında da Danıştay ilk derece görevli yargı yeridir.
İdari sözleşmeler dışındaki idari işlemlerden kaynaklanan tam yargı davalarını çözümlemeye yetkili mahkeme, zararı doğuran idari uyuşmazlığı çözümlemeye yetkili mahkemedir.(İYUK m.36/a)
-Hakları ihlal eden idari işleme karşı iptal davası için öngörülen dava açma süresi içerisinde doğrudan tam yargı davası açabilirler.
-Hakları ihlal eden idari işleme karşı dava açma süresi içerisinde iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilirler.
-Hakları ihlal eden idari işleme karşı açılan iptal davasının karara bağlanması üzerine kararın tebliğinden itibaren 60 günlük dava açma süresi içerisinde tam yargı davası açabilirler.
EMSAL KARARLAR
Davacı Mustafa Y. vekili Avukat Metin Aslan tarafından, davalı Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine 16/02/2004 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 19/12/2005 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
11.2.1959 günlü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının I. bendinde açıkça belirtildiği gibi, bir kamu kurumu tarafından verilen kararlar üzerine plan ve projesine göre bir yol yapılması dolayısıyla evinin duvarı yıkılan veya bodrum katını sel basan, bir su tesisi yapılması neticesinde tarlasındaki sular çekilip ağaçları ve mahsulleri kuruyan veya tarlası artık ekin ekilemez hale gelen yahut tarlasının kenarından geçen derenin kuruması yüzünden tarlası susuz kalan veya su tesisinin bozukluğu yahut bakımındaki ihmal yüzünden tarlasını sular basıp bu suların getirdiği kumlardan dolayı tarlası artık ekin ekilemeyecek duruma düşen kimsenin uğradığı zararlar gibi zararlar idari kararın ve fiilin neticesinde meydana gelen zararlardır. Zira bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp o plan ve projeler gereğince işi görmesi de kararın neticesi olan birer idari eylemdir. O halde sözü edilen kararda örnek olarak belirtilen bu eylemlerden doğan zararların ödettirilmesi istekleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesi hükmünce bir tam yargı davasıdır ve bu davalara bakmaya idari yargı yeri görevlidir.
Temyize konu edilen davada davacı , davalı idarenin karayolu genişletme sırasında yaptığı istinat duvarının taşınmazına zarar verdiğini ileri sürerek buna dayalı tazminat istediğine göre, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddedilmemiş olması doğru görülmemiş, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre öteki yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına 26/10/2007 gününde oybirliğiyle karar verildi. (Yargıtay 4.HD , E. 2006/13682, K. 2007/13081 T.26.10.2007)
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:
KARAR: Dava, Gümüşhane ili, Kürtün İlçesi, Akçal Köyünde tarım ve hayvancılıkla uğraşan davacının, 30.7.2004 tarihinde avlanması yasaklanmış hayvanların saldırısı sonucu 6 adet büyükbaş hayvanından birinin parçalanarak öldürülmesi, üç tanesinin de yaralanması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen toplam 5.500 YTL maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Trabzon İdare Mahkemesince dilekçenin görevli mercii olan Çevre ve Orman Bakanlığı’na tevdiine karar verilmiştir.
Davalı idare tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
İdari işlemler; idari makam ve mercilerin idari faaliyetleriyle ilgili alanda, idare hukuku çerçevesinde, tek taraflı irade açıklamasıyla hukuk aleminde sonuç doğuran, kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki tasarruflarıdır. Temelinde bir idari karar veya işlem olmayan, fizik alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar ile idarenin hareketsiz kalması ise, idari eylem olarak adlandırılmaktadır. İdari işlemler hukuk aleminde değişiklik yapan, yenilik doğuran irade açıklamalarını yansıttığı halde, hukuk alanında değişiklik ve yenilik yapmayan idari eylemler, sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla hukuki etki ve sonuçlar doğurabilir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Hakkında Kanun’un 12. maddesinde; “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” hükümleri yer almış; anılan Yasanın 13. maddesinde ise; “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir.” hükümleri bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacı, 30.7.2004 tarihinde büyükbaş hayvanlarına saldıran ayıların davalı idarece avlanmasının yasaklanmış olması nedeniyle tüfeğiyle vuramadığını, sadece havaya ateş ederek korkutup kaçırmaya çalıştığını, bu arada da üç ayının saldırısı sonucunda altı adet büyükbaş hayvanından birinin parçalanarak öldürüldüğünü, üç tanesinin de yaralandığını belirterek uğradığı ileri sürülen toplam 5.500 YTL maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle davayı açmıştır.
Görüldüğü üzere, ayıların saldırması ve bu hayvanların avlanmasının idarece yasaklanmış olması nedeniyle, davacının tüfeğiyle vuramaması sonucu zararın oluşmasında her hangi bir idari eylem bulunmamakta; zarar idari işlem olan av yasağı kararından ve bu kararın icrasından doğmaktadır.
Bu durumda, 2577 sayılı Yasanın 12. Maddesi kapsamında bulunan uyuşmazlıkta, anılan Yasanın 13. Maddesinde idari eylemden doğan zararlar için öngörülen idareye başvurma şartının aranmaması gerektiğinden,’ İdare Mahkemesince merciine tevdi kararı verilmesine ilişkin temyize konu mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 49. Maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüyle, Trabzon İdare Mahkemesinin 11.11.2005 tarih ve E.2005/13, K:2005/887 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden karar verilmek üzere anılan idare Mahkemesine gönderilmesine, 25.01.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (Danıştay 10.Daire , E. 2006/237, K. 2008/172, T.25.01.2008)
- KAYNAKÇA
Oğuz SANCAKDAR, Lale Burcu ÖNÜT. “İdari Yargılama Hukuku Genel Esaslar”. Ankara, 4.Baskı Ocak 2022
**Ahmet VUSO ** ‘’TAM YARGI DAVASININ KONUSUNU OLUŞTURAN ZARARIN NİTELİĞİ VE TAZMİNİ’’ Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep Üniversitesi, Ocak 2021
www.legalbank.net (Elektronik Hukuk Bankası)

15 Haziran 2023
ÖZEL BELGEDE SAHTECİLİK (TCK M.207)
ÖZEL BELGEDE SAHTECİLİK (TCK M.207)
Özel belgede sahtecilik suçu, Türk Ceza Kanunu’nda kamu güvenine karşı suçlar başlığı altında düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 207. maddesinin birinci fıkrasında, bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen ve kullanan kişi ile gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi cezalandırılmaktadır. Maddenin ikinci fıkrasında ise, sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişinin cezalandırılacağı öngörülmüştür.
Özel Belgede Sahtecilik Suçu
Özel belgede sahtecilik suçu, özgü suç niteliği taşımayıp, suçun faili herhangi bir kimse olabilir. Suçun konusunu, özel belgeler oluşturmaktadır. Bu bağlamda, özel belge, resmî belge niteliği taşımayan ve resmî belge hükmündeki belgeler kapsamında olmayan (TCK m. 210/1), düzenleyen kişinin belli olduğu, hukuki değer taşıyan bir içeriğe sahip yazılı belgelerdir. Yargıtay kararlarında, dilekçe, sözleşme, satış temsilcisinin düzenlediği kayıt formu, müstahsil makbuzu, ödeme belgesi ve fazla mesai belgesi, banka dekontu, fatura ve ödeme makbuzları özel belge olarak kabul edilmiştir.
Özel belgede sahtecilik, üç farklı seçimlik hareketle kasten işlenebilen bir suçtur:
- Özel bir belgenin sahte olarak düzenlenip kullanılması,
- Gerçek bir özel belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilerek kullanılması,
- Sahte olduğunu bilerek özel belge kullanma.
Yukarıdaki üç seçimlik hareketten herhangi birinin işlenmesiyle özel belgede sahtecilik suçu oluşur.
Özel belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da gerçek bir özel belgenin değiştirilmesi hareketlerinin sahtecilik suçunu oluşturabilmesi için, düzenlenen ya da değiştirilen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Yargıtay, özel belgede sahtecilik açısından da aldatma kabiliyetinin varlığını aramaktadır.
Özel Belgede Sahtecilik Suçunun Nitelikli Hali
Türk Ceza Kanunu’nun 211. maddesinde belgede sahtecilik suçları bakımından daha az cezayı gerektiren “Bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla belgede sahtecilik suçunun işlenmesi halinde, verilecek ceza, yarısı oranında indirilir.” hükmü, özel belgede sahtecilik suçu bakımından da uygulanmaktadır.
Özel Belgede Sahtecilik Zamanaşımı
TCK m.207 suçu takibi şikâyete bağlı olmayan suçlar arasında yer aldığı için şikâyet süresi diye bir durum olmamaktadır. Suçun temel dava zamanaşımı süresi 8 yıldır. Bu süre içerisinde soruşturma işlemlerinin yapılmış olması gerekmektedir.
Özel Belgede Sahtecilik Uzlaşma
Özel belgede sahtecilik suçu, uzlaşma prosedürüne tabi değildir.
Özel Belgede Sahtecilik Cezası
5237 SAYILI TCK MADDE 207 – (1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bir sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişi de yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
Özel evrakta (belgede) sahtecilik suçunun cezası, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıdır. Kanun maddesinde belirlenen ceza tüm seçimlik hareketler için aynıdır.
Özel belgede sahtecilik suçu, resen soruşturulur ve kovuşturulur. Görevli mahkeme, asliye ceza mahkemesidir.
Özel belgede sahtecilik suçunun bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla işlenmesi halinde, verilecek ceza yarısı oranında indirilir (TCK m. 211).
EMSAL KARAR
‘’Avukatın dava açılmamış olmasına rağmen sahte tevzii formu ve duruşma zaptı düzenlemek suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddia ve kabul edilen olayda, “Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.10.2003 gün ve 232/250 sayılı kararında açıklandığı üzere, onaysız fotokopi niteliğinde olup suret belge özelliği taşımayan belgelerin hukuki sonuç doğurmaya elverişli olmadığı ve aldatıcılık niteliği bulunmadığı, somut olayda dava konusunu oluşturan belgelerin faks yoluyla gönderilen belgeden ibaret olup asıllarının veya onaylı bir suretlerinin ele geçirilemediği cihetle, yüklenen sahtecilik suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı gözetilmeden sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi”, (Yargıtay 21.CD ,24.02.2016, E. 2015/6131, K. 2016/1633)
‘’Sanığın, bankadan kredi almak için sahte maaş bordrosu düzenlediğinin iddia ve kabul olunduğu olayda; aşamalarda suça konu belgeyi bankaya verdikten sonra banka tarafından teyit amaçlı şirketin telefonla arandığının savunması, sanık müdafiinin de temyiz dilekçesinde; sanığın sahte olarak düzenlediği iddia olunan bordroda gösterilen maaş miktarını gerçekte de aldığını belirtmesi karşısında öncelikle ilgili bankadan sanığın kredi başvurusu akabinde teyit amaçlı katılan şirketin aranıp aranmadığı hususunun sorulması uygulamasının bu tür başvurularda mutat olup olmadığının belirlenmesi; mutat olduğunun belirlenmesi durumunda, belgenin sahte olduğunun anlaşılacağının muhakkak olması nedeniyle, belgenin aldatma kabiliyetinin bulunmadığının gözetilmesi’’ gerekir. ( Yargıtay 11.CD., 05.06.2014, 27271/11081)
‘’ Katılanların annesi olan…. tarafından ….Mahallesi ….. Caddesi …. adresindeki binanın zemin ve 1. katının 01.01.2005 tarihli kira sözleşmesi ile sanık …’a on yıllığına kiralandığı, daha sonra sanık tarafından içerik itibariyle sahte olduğu ileri sürülmeyen …..’ın oğlu yerine … imzasını içerir yeni bir kira akti düzenlendiği ve düzenlenen bu belgenin ….. Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne 01.12.2009 tarihinde ibraz edildiği olayda; katılanlar ile sanık arasında yıllardır süre gelen kira ilişkisinin mevcut olduğu, suça konu belgenin içeriğinin sahte olduğuna dair dosyada herhangi bir iddia bulunmadığı gibi sanığın katılan …’ın bilgi ve rızası olmaksızın onun adına atfen sahte imza atarak kira sözleşmesi düzenlediğinin ve bu kira sözleşmesini vergi dairesine beyanda bulunmak amacıyla sunduğunun anlaşılması karşısında, sanığın üzerine atılı eylemin 5237 sayılı TCK’nın 211. maddesi kapsamında “gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla özel belgede sahtecilik” suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılmadan yazılı şekilde karar verilmesi,
Yasaya aykırı bulunup, kararın bozulmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.’’. (Yargıtay 11.Ceza Dairesi E. 2017/4787 K. 2017/7183 T. 26.10.2017)
KAYNAKÇA:
www.legalbank.net (Elektronik Hukuk Bankası)
https://karararama.yargitay.gov.tr/
Tezcan, Durmuş, Mustafa Ruhan Erdem ve Murat Önok. “Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku”. Ankara. Seçkin Yayınları. 2021
**Handan YOKUŞ SEVÜK** ‘Özel Belgede Sahtecilik Suçu’’ Araştırma Makalesi , Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi DergisiYıl 2019, Cilt 24 , Sayı 41

25 Nisan 2023
Resmi Evrakta Sahtecilik Emsal Kararlar
Resmi Evrakta Sahtecilik Emsal Kararlar
Somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığa yüklenen resmi belgede sahtecilik suçunun 5237 sayılı TCK’nun 204/1. maddesinde öngörülen yaptırımı iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası olup, anılan kanunun 66/1-e maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı 8 yıl, 67/4. maddesi de göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı 12 yıldır.
Suç niteliği yönünden aleyhe temyizin bulunmadığı, daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan eylemle ilgili olarak, sanık hakkında dava zamanaşımını kesen en son hukuki işlem 08.06.2006 tarihli mahkûmiyet kararı olup bu tarihten sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran hiçbir sebebin gerçekleşmediği gözetildiğinde, 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e maddesindeki 8 yıllık asli dava zamanaşımı süresi inceleme tarihinden önce 08.06.2014 tarihinde dolmuş bulunmaktadır.
Bu itibarla, asli dava zamanaşımı süresinin dolmuş olması nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün resmi belgede sahtecilik suçu yönüyle gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, ancak 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesiyle tanınan yetki kullanılarak ve 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e ve 5271 sayılı CMK’nun 223/1. maddeleri uyarınca kamu davasının resmi belgede sahtecilik suçu yönünden vaki zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmelidir.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 30.04.2012 gün ve 18843-7158 sayılı bozma kararının kaldırılmasına,
3- …Asliye Ceza Mahkemesinin 08.06.2006 gün ve 68-208 sayılı hükmünün, resmi belgede sahtecilik suçu yönünden gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına,
Ancak, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, sanık hakkındaki kamu davasının resmi belgede sahtecilik suçu yönünden, 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca düşmesine,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdine, 14.10.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile, karar verildi. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu E.2013/11-414 K.2014/418 T.14.10.2014)
KARAR : 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 285 ve 295. maddelerindeki “… evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün içerisinde doğan çocuğun babası kocadır ve başka bir erkek ile soy bağı bulunan çocuk, bu bağ geçersiz kılınmadıkça tanınamaz.” düzenlemeleri karşısında; çocuğun doğumu sırasında ve sanığın nüfusa beyanda bulunduğu sırada sanık ile müştekinin evlilik birliğinin devam ettiği ve evlilik dışı çocuğun, gerçek babası üzerine derhal kayıt edilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle çocuğu hasta olan ve onu muayene ettirebilmek için acilen evli bulunduğu eşi üzerine kaydettiren ve sahtecilik kastı bulunmayan sanık açısından suçun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeden, yazılı şekilde unsurları oluşmayan resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 09.09.2015 gününde oybirliği ile karar verildi. (Yargıtay 21.Ceza Dairesi E.2015/2073 K. 2015/2902 T. 09.09.2015)
-Sanık … hakkında resmi belgede sahtecilik ve mühürde sahtecilik suçlarından hükümlülük,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine, ancak;
1- Sanık … hakkında kurulan hüküm yönünden;
Sanığın yargılama aşamasında 2007 yılında kimliğini kaybettiği, İstanbul’a hiç gitmediğini beyan ettiği, yine temyiz dilekçesinde de suçun faili olmadığını, bu konuda resim ve parmak izi karşılaştırması yapılmasını talep ettiği anlaşılmakla, … kimlik bilgilerini kullanan kişinin hükmü temyiz eden sanık olup olmadığının parmak izi ve fotoğraf karşılaştırması yapılarak gerektiğinde canlı teşhis de yaptırılmak suretiyle sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdiri yerine eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması,
2- Sanık … hakkında kurulan hüküm yönünden ise;
Farklı tarihlerde düzenlendikleri saptanamayan sahte pasaport, biniş kartı düzenlenmek/kullanmak eylemlerinin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı ve sahte mühürlerin suça konu belgelerin zorunlu tamamlayıcı unsuru olduğu, ancak belge çeşitliliğinin ve sayısının TCK.nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabileceği cihetle, sanığın eyleminin kül halinde 5237 sayılı TCK.nun 204/1, madde ve fıkrasına uyan suçu oluşturacağı gözetilmeden, yazılı biçimde zincirleme iki ayrı suç kabulü ile ceza tayini,
Yasaya aykırı, sanık … müdafii ve sanık …’nın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 28.09.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi. (Yargıtay 8.Ceza Dairesi E. 2017/18930 K. 2017/10589 T. 28.09.2017)
1-Sanık … hakkında, ücret karşılığında aldığı sahte sürücü belgesini kullanmak suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla açılan davada; dosya içerisinde suça konu belgenin aslının bulunmaması, sanığın suça konu belgeyi emniyete teslim ettiğini bildirmesi karşısında, belge aslının temin edilip adli emanete alınması, belgede sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdiri hakime ait olduğu cihetle; belge aslı duruşmada incelenmek suretiyle özelliklerinin duruşma tutanağına yazılması ve aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığı yönünden gözlemde bulunulması, denetime olanak verecek şekilde dosya içine konulması, suça konu belgenin aslının ele geçmemesi halinde ise resmi belgede sahtecilik suçunun unsurları itibarıyla oluşmayacağı gözetilmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması yasaya aykırı,
2-Kabule göre ise; adli emanetin 2010/9 sırasında kayıtlı sürücü belgesi ve nüfus cüzdanının dosyası tefrik edilen sanık…hakkında açılan davaya delil teşkil etmesi nedeniyle, ilgili dosyaya gönderilmesine karar verilmesi yerine sürücü belgesinin iş bu dosya içerisinde saklanmasına karar verilmesi,
Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 04.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi. (Yargıtay 11.Ceza Dairesi E. 2015/3657 K. 2017/3412 T.04.05.2017)

25 Nisan 2023
Resmî Belgede Sahtecilik Zamanaşımı
Resmî Belgede Sahtecilik Zamanaşımı
Resmi ve özel belgede sahtecilik gerçeğe aykırı belge düzenlenmesi hariç aynı seçimlik hareketlerle işlenebilir. Resmî belgede sahtecilik suçunun seçimlik hareketlerinden ikisi sahte belgeyi düzenlemek ve sahte belgeyi kullanmaktır. Dolayısıyla bu iki hareket tek başına yapıldıkları takdirde de suç oluşacaktır. Bu nedenle zamanaşımı resmî belgede sahtecilikte belgenin düzenlenmesi ile işlemeye başlar. Birey tarafından işlenen resmî belgede sahtecilik suçunun temel halinin cezası ”iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası” olarak gösterilmiştir. TCK’nın 66’ncı maddesinin 1’inci fıkrasının e bendindeki düzenleme uyarınca anılan suçun dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır. Öte yandan eylemin, bu suçun cezayı ağırlaştıran nitelikli hallerinden birisini oluşturması halinde dava zaman aşımı süresi TCK’nın 66’ncı maddesinin 3’üncü fıkrası gereğince on beş yıl olacaktır.
Yetkili kamu görevlisi tarafından işlenen resmî belgede sahtecilik suçunun cezasının üst sınırı sekiz yıl hapis cezası olduğundan TCK’nın 66’ncı maddesinin 1’inci maddesinin d bendindeki düzenleme nazarında dava zamanaşımı süresi on beş yıldır.

25 Nisan 2023
Resmi Evrakta Sahtecilik Nitelikli Halleri
Resmi Evrakta Sahtecilik Nitelikli Halleri
Sahteliği Sabit Oluncaya Kadar Geçerli Olan Belge ( TCK m.204/3)
(3) Resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır. Kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması, bu suçun nitelikli halini oluşturmaktadır. Yargıtay kararlarına göre noter araç satış sözleşmesi, beraat ilâmı, boşanma ilâmı, noterde düzenlenen ibraname, noterden alınan imza beyannamesi, noterde düzenlenen imza sirküleri, keşif tutanakları, mahkeme ilâmları, orman suçlarına ilişkin zabıt varakası, noterde düzenlenen satış vaadi sözleşmesi, noterde düzenlenen hisse devir sözleşmesi, noterde düzenlenen temlikname, noterde düzenlenen vekâletname, Yargıtay ilâmı sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli resmî belgelerdir. Buna karşılık; çek, bono, harç makbuzu, tapu senedi ve tapu kayıtları, ihtiyati tedbir kararları, nüfus cüzdanı, pasaport, sürücü belgesi, trafik ceza tutanağı, trafik kazası tespit tutanağı ,veraset ilamı sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli belgelerden sayılmamaktadır.
Kaçakçılık Kanunu m.12 uyarınca, gümrük idarelerinde işlem görmediği halde işlem görmüş gibi herhangi bir belge veya beyanname düzenleyenler hakkında belgede sahtecilik suçundan dolayı verilecek ceza bir kat arttırılır.
Buna karşılık TCK m.211 uyarınca daha az cezayı gerektiren nitelikli hal düzenlenmiştir. Bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla belgede sahtecilik suçunun işlenmesi halinde, verilecek ceza, yarısı oranında indirilmesini gerektirmektedir. Fail hakkında söz konusu nitelikli halin uygulanabilmesi için failin saikinin gerçek bir olayın veya durumun ispatlayıcı nedenlerini sağlamaya yönelik olması gerekir. Yargıtay’a göre de ‘’failin durumun gerçekliğine ve doğruluğuna inanması, bu inancın makul ve meşru olması, failin haklı olduğu sübjektif inancıyla hareket etmesi gerekmektedir.’’ Şeklinde ifade edilmiştir.

25 Nisan 2023
Resmî Belgede Sahtecilik Suçu
Resmî Belgede Sahtecilik Suçu
Resmî belgede sahtecilik suçunda fail, herhangi bir kişi ya da kamu görevlisi olabilir. Ancak fail kamu görevlisi olduğunda failin hangi fıkradan cezalandırılacağı, düzenlediği belgenin yetkisi dahilinde olup olmadığına göre saptanır. Eğer yetkili ise 2. fıkradan, yetkisizse 1. fıkradan hüküm kurulacaktır.
TCK m.204’te ön görülen suç, seçimlik hareketle kasten işlenebilen bir suçtur.
– Resmî belgeyi sahte olarak düzenlemek, Burada ”düzenleme” ifadesi ile anlatılmak istenen bir belgeyi düzenleme görevi olmayan failin resmî belge görünümlü sahte belge üretmesidir. Fail, kamu görevlisinin imzasını taklit ederek sahte belge düzenlediğinden doktrinde bu hareket “taklit” olarak da ifade edilmektedir. Nitekim bir kimse yurt dışına kaçak yollardan gitmek amacıyla daha önceden yetkili kimse tarafından düzenlenmeyen sahte bir pasaport veya üniversiteye kayıt olmak için sahte bir diploma düzenleyebilmesi buna örnek teşkil etmektedir.
–Gerçek resmî belgeyi başkalarını aldatacak biçimde değiştirmek, burada mevcut gerçek bir belgedeki olay ve irade beyanının içeriğinin sonradan değiştirilmesi söz konusu olup, böylece, düzenleyen kişinin başlangıçtan itibaren sanki değişiklikten sonraki gibi bir irade ortaya koyduğu görüntüsü yaratılması amaçlanmaktadır. TCK m. 204’ün gerekçesinde ifade edildiği üzere “resmî belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmasıdır”. Adliyeden alınan adli sicil kaydındaki bilgilerin değiştirilmesi veyahut bir bono üzerinde bulunan vade tarihinin veya bedelinin değiştirilmesini örnek göstermemiz mümkündür.
–Sahte resmî belgeyi kullanmak, resmî belgede sahtecilik suçunun tamamlanması için, yalnızca düzenleme veya değiştirme yeterlidir, söz konusu belgenin ayrıca kullanılması gerekmemektedir. Burada söz konusu edilen ‘’kullanma’’ alternatifi, belgeyi sahte olarak düzenleyen kişi dışında başka bir kimse tarafından kullanılması halini kapsamaktadır. Kullanma fiiline örnek olarak failin başka bir araç adına tescilli sahte plakayı kendi aracına takarak trafiğe çıkartmasıdır. Eğer belge kullanılması suretiyle ayrıca başka bir suçun da işlenmesi halinde, failin bu suçtan dolayı da cezalandırılması gerektiği TCK m.212’de ‘’Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur’’ şeklinde düzenlenmiştir.
–Gerçeğe aykırı belge düzenlemektir, Gerçeğe aykırı belge düzenleme “kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş gibi, bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesidir”. Örneğin, kolluk, bir tanığın ifadesini alırken onun söylediklerinin aksi yönde bir tutanak düzenlerse gerçeğe aykırı resmî belge düzenlemekten sorumlu tutulur.
