29 Mart 2022
İptal Davası Açma Süresi
İPTAL DAVASI AÇMA SÜRESİ
İdari yargıda süreler kamu düzenine ilişkindir. Bu sebeple kanunda öngörülen süreler kesindir. Aksi her ne olursa olsun kararlaştırılamaz. Taraflar kendi aralarında süreleri değiştirecek nitelikte bir sözleşme yapamazlar. Dava açma süresi başkaca kanunlar ile öngörülmeyen hallerde Danıştay ve İdare mahkemelerinde altmış (60) ve vergi mahkemelerinde otuz (30) gündür. Özel sürelere örnek vermek gerekirse İYUK m.20/B-1a uyarınca merkezi ve ortak sınavlara ilişkin yargılama usulünde süre 10 gündür. Belediye Kanunu’nda belediye meclis kararları aleyhine on (10) gün içinde belediye başkanı, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine idari yargıya başvurabilir. Kamulaştırma Kanunu’na göre kamulaştırma işlemlerine ilişkin açılacak iptal davası idare mahkemesine otuz (30) gün içinde açılmalıdır .
İPTAL DAVASI ÖZELLİKLERİ
İptal davası yetki, şekil, sebep, konu, amaç unsurlarının biri bakımından hukuka aykırılıkları iddia edilen kesin, tamamlanmış ve icrai idari işlemlerin geçmişe etkili olarak hukuk dünyasındaki etkisini yok edercesine ortadan kaldırılması amacıyla açılan davalardır. İptal davası İdari Yargıya mahsus bir dava çeşididir. Bu sebeple iptal davasının idare hukuku açısından önemi büyüktür. İdare bir idari işlem tesis ederken kamu gücüne dayanır. Bu sebeple idari işlemin muhataplarından ve genellikle vatandaşlardan güçlü konumdadır. İptal davası idarenin konumu sebebiyle idarenin denetlenmesinde en önemli enstrümanlardan biridir. İptal davaları hem birel idari işlemler için hem de genel düzenleyici idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadığını denetlemek için açılır. İptal davası ile bir idari işlemin bir kısmının ya da tamamının iptali sağlanır. Düzenleyici idari işlemin iptalinden sadece davacı değil kararla ilgisi olan herkes yararlanabilir.

29 Mart 2022
İPTAL DAVASI
İPTAL DAVASI
İptal davası idare hukukuna mahsus bir dava çeşididir. İdare hukuku ise kamu kurum ve kuruluşlarının başkaca kamu kuruluşlarıyla ya da kamu kuruluşu olmayan üçüncü kişilerle olan hukuki ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır. İptal davası idarenin eylem ve işlemlerine karşı açılan bir davadır. İdare bir amaç doğrultusunda ve bu amacı hayata geçirmek hedefi ile kurulan ve bu kapsamda planlı eylem ve işlem yürüten faaliyetin adıdır. İdarenin görevlerinden başlıcaları ise kamu hizmeti gerçekleştirmek, personellere ilişkin gerekli görevlendirmeleri yapmak, idarenin araç-gereçlerine ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmek, yayın ve tanıtım gibi faaliyetlerde bulunmak, idarenin iç çalışma düzenine ilişkin kararlar almaktır.
İPTAL DAVASI NEDİR?
İptal davası, yetki, şekil, sebep, konu ve amaç unsurlarının biri bakımından hukuka aykırı olan, tamamlanmış, kesin ve icrai bir idari işlemi konu alır. iptal davasına konu olan idari işlemin yetki unsuru bakımından hukuka aykırı olması ilgili işlemi yapan idarenin o idari işlemi yapmaya yetkili olmamasını ifade eder. İdare hukukunda yetki kamu düzenine ilişkin olduğu için yetki kurallarının aksi kararlaştırılamaz. Bir kamu kuruluşunun hangi konularda karar almaya yetkili olduğu ilgili kamu kuruluşunun bağlı olduğu mevzuatta kararlaştırılmıştır. İdare kanunda yetkileri arasında yer almayan bir konuda karar veremez. İdare hukukunda yetkisizlik esas yetkili olmak ise istisnadır. İdari işlemin şekil unsuru bakımından hukuka aykırı olması idari işlemin yapılmasında bağlı olunması gereken prosedüre aykırılık anlamına gelir. Başlıca şekil kuralları idari işlemin yazılı olarak yapılması, idari işlemin gerekçeli olması, kanunda açıkça öngörülen usul kurallarına uyulması, idari işlemden etkilenen ilgililerin bu idari işlemle ilgili hangi idari mercilere ve hangi yargı yoluna başvurabileceğinin belirtilmesidir. İdari işlemin sebep unsuru bakımından hukuka aykırı olmasından anlaşılması gereken ise idari mercii karar alınmadan, ilgili idari işlem tesis edilmeden önce o kararı almaya ya da idari işlemi tesis etmeye iten fiili veya hukuki durumdur. Sebep bir tane olabileceği gibi birden fazla da olabilir. İdari işlemin amaç unsuru bütün idari işlemlerde ortaktır ve en sonunda kamu yararını hedefler. Danıştay’ın 6. Dairesi E.1991/771 K.1992/3571 künyeli kararda uyuşmazlık konusu imar planı ile yol kavisli biçimde belirlenerek önceden yol dışında kalan davacı binası yanındaki binaların yol güzergahına alınmasında kişisel menfaat gözetildiği anlaşıldığından, mahkemece bilirkişi raporları göz önünde bulundurularak davanın reddedilmesinde isabet görülmediği yönünde karar vermiştir.
Bir idari işlemin iptal davasına konu olabilmesi için idari işlemin unsurları bakımından hukuka aykırı olmasının yanı sıra ayrıca tamamlanmış, kesin ve icrai olması da gerekmektedir. İptal davasına konu edilecek bir idari işlemin tamamlanmış olmasından anlaşılması gereken husus idari işlemin doğması için yürütülmesi gerekli tüm prosedürlerin yürütülüp idari işlemin o şekilde ortaya çıkmış olmasıdır. Basit idari işlemler yalnızca bir idari merciin irade açıklaması şeklinde tezahür ettiklerinden bu açıklamayı belgeleyen imza ile tamamlanır. Karma idari işlemler birden çok idari merciin irade açıklamalarıyla gerçekleşir. İlgiliye idari işleme ilişkin tebligat yapılmaması idari işlemin tamamlanmış olmsı bakımından değerlendirmede dikkate alınmayacak bir husustur. İptal davasına konu olacak idari işlemin kesin olmasından maksat işbu işleme karşı zorunlu idari başvuru yolunun tüketilmiş olmasıdır. Hukukumuzda genellikle tamamlanan idari işlemler aynı anda kesinleşmiş olur. İptal davasına konu edilebilecek idari işlemin nihayet icrai olması gerekir. İcrailik ise idari işlemin muhatabının hukuk dünyasında bir değişikliğe sebep olması demektir. Yani bir idari işlem muhatabının hukuksal durumunu değiştiriyor, yeni bir hukuki durum yaratıyor ya da mevcut hukuki durumu değiştiriyorsa o idari işlem icraidir.

29 Mart 2022
KARŞI DAVA NEDİR?
KARŞI DAVA NEDİR?
Karşı dava HMK md. 132-135 maddeleri arasında düzenlenmiş bir dava çeşididir. Kanun hükmünde öncelikle “Karşı davanın açılabilmesinin şartları” düzenlenmiş olup bu şartların oluşabilmesi halinde diğer hükümlerin işlerlik kazanacağı düzenlenmektedir.
Öncelikle karşı davayı tanımlamak gerekirse karşı dava, derdest bir davada, davalının aynı mahkemede davacıya karşı açtığı bir davadır.
Karşı davanın açılabilmesi için HMK kapsamında gerek usuli gerekse de esasa yönelik olarak birtakım dava şartları mevcuttur. Karşı davanın açılabilmesi için bu dava şartlarının tamamlanması gerekmektedir. Usul ve esasa yönelik incelenecek dava şartlarında öncelikle usul dava şartları daha sonra da esasa yönelik dava şartlarından inceleme yapılmaktadır.
Genel bir bakış açısından “Karşı Dava”:
Genel itibariyle HMK’da farklı maddelerde de sık sık geçen “Karşı dava” HMK md.132-135 maddeleri arasında düzenlenen bir dava çeşididir. Karşı dava eski HUMK döneminde 202 vd. maddelerinde düzenlenmektedir.
Karşı davanın tanımına bakacak olursak, derdest olan yani açılmış ve görülmekte olan bir davadaki davalı kişinin davacı kişiye karşı açtığı davadır. Dolayısıyla karşı dava ile birlikte derdest olan davadaki davalı kişi açtığı karşı dava ile ilk açılmış olan davadaki davalı sıfatıyla yapacağı savunmaların ötesinde kendisinin de mahkemeden talep etti haklar ile talep sonucu isteme hakkına haiz olmaktadır.
Karşı Dava Şartları
HMK md. 132 hükmünde karşı dava açılabilmesinin şartları sayılmaktadır, bu şartlar yerine getirilmediği taktirde karşı dava açılamayacaktır.
Bu şartları incelemek gerekirse, karşı davanın açılabilmesi için önce usuli şartlara bakmak gerekirse,
KARŞI DAVANIN AÇILABİLMESİ İÇİN USUL BAKIMINDAN DAVA ŞARTLARI
ve
KARŞI DAVA AÇMA SÜRESİ
- Asıl davanın açılmış ve halen görülmekte olması, kısaca asıl davanın derdest olması gerekmektedir. Karşı dava, görülmekte olan bir davaya karşı açılmaktadır dolayısıyla bir karşı davadan söz edilebilmesi için halihazırda derdest bir davanın bulunması gerekmektedir. Bu görülmekte olan (derdest) davanın sonuçlandırılmamış olması gerekir. Dolayısıyla hangi sebeple olursa olsun karşı davanın açılması için gerekli derdest dava son bulmuş olursa artık usul dava şartı olan derdest dava şartı gerçekleşmeyecek olacak dolayısıyla karşı dava açılamayacaktır.
- HMK md. 132/1-a bendinde düzenlenen bu hükmün yanı sıra HMK’da düzenlenmeyen fakat HUMK döneminde olan ve doktrinde de kabul edilen bir diğer şart, derdest dava ile karşı davanın aynı yargı yolunda olması gerektiğidir. Dolayısıyla mahkemeler yargı yolu ayırımını yapması gerekecek ve idari yargı görevine giren bir durumla karşılaşan mahkeme heyeti durumu re’sen gözeterek karşı dava olarak açılan bir idari davada görevsizlik kararı verecektir. Sonuç olarak adli yargıda derdest bir davaya idari yargıda karşı dava açılamayacaktır
- Esasa cevap süresinde açılması, karşı davanın açılması ve karşı dava açma süresine bakacak olursak HMK md. 133/1 fıkrasına göre karşı davanın açılabilmesi, karşı dava açma süresi cevap dilekçesi verilmesi veya esasa cevap süresi içinde ayrı bir dilekçe verilmesine bağlıdır. Eğer verilen bu şartlardan yani süreden sonra karşı dava açılır ise karşı dava süresi içerisinde açılmamış sayılacak dolayısıyla mahkeme davaların ayrılmasına karar verecektir.
HMK md.133 hükmü ile davalıya hem cevap dilekçesi ile bu davanın açılabilmesi imkanı verilmiş hem de esasa cevap süresi içerisinde ayrı bir dilekçe imkanı sağlanmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki esasa cevap dilekçesi verme süresi dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. HMK md. 133’te getirilen bu düzenleme ile davalı taraf karşı dava açma imkanının varlığından bihaber ise ve esasa cevap süresinin başlangıcında cevap dilekçesini sunmuş ise karşı dava açma hakkını kaybetmemiş olacak geri kalan süre bitimine kadar vereceği ek bir dilekçe ile karşı davayı açmış olabilecektir. HMK md.127 hükmünde belirtilen hallerde cevap dilekçesinin verilebilmesi için davalıya ek süre verilmesi durumunda yine karşı dava açılabilmesi bu ek süre içerisinde gerçekleşebilecektir.
KARŞI DAVANIN AÇILABİLMESİ İÇİN ESASA İLİŞKİN DAVA ŞARTLARI
Karşı dava açılabilmesinin esasa yönelik şartlarına bakmak gerekirse,
- 
Talepler arasında ilişki veya davalar arasında ilişki olması:
- 
Takas veya mahsup bakımından:
HMK md.132/1-b hükmünde kanun koyucu karşı davada ileri sürülecek talep ile asıl davada ileri sürülen talep arasında bir ilişki aramış ve bu ilişkinin takas veya mahsup ilişkisi olması kriterini kullanmıştır. Bunun yanı sıra başka bir seçenek olarak da iki dava arasında bağlantı olması kriterini ileri sürmüştür. Dolayısıyla bu dar kriteri karşılamayan bir talep “karşı dava” olarak nitelendirilmeyecektir.
Takas veya mahsup ilişkisine bakacak olursak, takas kavramı karşılıklı, muaccel ve aynı cins iki borcun olması durumunda borçlulardan herhangi birinin talep sonucu olarak hem alacaklı hem borçlu olan kişi tarafından eğer borçları eşit ise iki borcun da son bulması fakat arada miktar farkı varsa talep edilen oranca borcun tahsil edilmesi suretiyle borcu sona erdiren bir yoldur.
Mahsup ise alacaklının alacağı bakımından miktarda indirimi ifade etmektedir. Uygulamada genellikle takas tahsilat aşamasında karşımıza gelirken mahsup henüz borç-alacak kalemleri hesaplanırken dolayısıyla tarhiyat aşamasında karşımıza gelmektedir.
- 
Asıl dava ile karşı dava arasında bağlantı bulunması bakımından:
HMK md.132/1-b hükmünde sayılan esas bakımından dava şartının diğer bir seçimlik şartı da davalar arasında yani asıl dava ile karşı dava arasında bir bağlantı bulunmasıdır. Burada karşımıza bağlantı kavramından ne anlamamız gerektiği sorunu çıkmaktadır. HMK sistematiğinde bağlantı kavramına bakacak olursak, HMK’nın farklı maddelerinde değinilen bağlantı kavramına HMK md.166/4 maddesinde kanun koyucu tanım getirerek:
“Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır.” Demektedir. Dolayısı ile eşlerden birinin açtığı boşanma davasına karşı diğer eşin açacağı karşı davada bağlantı HMK md.166/4 anlamında bağlantıyı sağlayacaktır.
Hukuki Yarar Sorunu
Asıl davanın davalısının açacağı karşı davada karşımıza hukuki yarar problemi çıkmaktadır. Asıl dava davasının açacağı karşı davadaki talep sonucundaki hukuki yararın asıl davadaki hukuki yarara eşit veya dava fazla olması gerektiği doktrinde hakim görüştür.
Son olarak,
Hüküm verilmesi açısından karşı davaya baktığımızda asıl davayı ve karşı davayı birlikte inceleyen mahkeme her iki dava hakkında tek hüküm vermektedir. Mahkeme vereceği hüküm ile asıl davadaki ve karşı davadaki kararlara ayrı ayrı yer vermelidir. Uygulamada sıklıkla boşanma davalarında asıl davanın davalısının (karşı davanın davacısı) açtığı karşı davadaki taleplerini yeterli incelemeyerek asıl davanın boşanma talebinin kabulü ile yetinmekte ve karşı davayı reddetmektedir fakat asıl dava ile karşı davadaki boşanmaya dair talepler, talep sonuçları farklı olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu şekilde göz ardı edilerek yerel mahkemece verilen kararların daha sonra Yargıtay tarafından sıklıkla bozulduğu görülmektedir.
KARŞI DAVAYA KARŞI DAVA AÇILAMAMASI
HMK md.132/3 “Karşı davaya karşı, dava açılamaz.” Denilerek karşı davaya karşı dava açılması yasağını getirmiştir. Kanun koyucu bu düzenleme ile yargılamaların sürümcemede kalmasının önüne geçmektedir.
KARŞI DAVA HARCI
Karşı dava, Harçlar Kanunu md.6 düzenlemesine göre müstakil davalar gibi harca tabidir. Dolayısıyla davalı, karşı dava için başvurduğunda harcını yatırması gerekmektedir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında bakıldığında eğer esasa cevap süresi içerisinde karşı dava açılmış ve buna müteakip harcı yatırılmamış ise bu davanın karşı dava olarak nitelendirilmemesine yol açtığı görülmektedir. Sonradan verilen sürede harcın yatırılması durumunda ise karşı dava niteliği incelenebilir hale gelmektedir. Buna ilişkin Yargıtay 2.HD 2010/4531 E. 2010/8572 K. 29.04.2010 Karar tarihli kararında “Temyiz edilen hükmün yukarıda 2/b bentte açıklanan nedenlerle mahkeme hüküm fıkrasının 2. Bendinde yer alan ziynetlere ilişkin bölümün hükümden çıkarılmasına, bunun yerine 2.bent olarak <davalı kadın tarafından usulüne uygun harcın ödenerek açılmış bir dava ya da karşılık dava bulunmadığından ziynetler yönünden karar verilmesine yer olmadığına..”
KARŞI DAVADA GÖREVLİ MAHKEME
HMK’da görev bakımından karşı davada güzenleme md.4’te geçmektedir. Madde düzenlemesi bakımından “Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları,” demektedir. Malvarlığı ve şahısvarlığına ilişkin davalarda ise aksine bir düzenleme bulunmadıkça HMK md.2’ye göre asliye hukuk mahkesi görevli olduğu için asıl dava ve karşı dava asliye hukuk mahkemesinde incelenecektir.
KARŞI DAVADA YETKİ
Yetki bakımından karşı davaya ilişkin düzenleme HMK md.13’te yer almaktadır. Bu madde hükmüne göre:
“Kesin yetkinin söz konusu olmadığı hâllerde, asıl davaya bakan mahkeme, karşı davaya bakmaya da yetkilidir.” Eğer taraflar HMK md.17’ye göre asıl davanın yetkisini tayin etmişlerse karşı dava da burada açılabilecektir.
KANUN YOLU
Asıl davayı ve karşı davayı inceleyen mahkeme her iki dava bakımından da tek bir hüküm verecek olsa da bu hükümde iki dava açısından da varmış olduğu kararlara yer verecektir. Bu iki dava bakımından ayrı kararlar tahsis edildiği için bu davalar birbirinden ayrı olarak süresi içerisinde kanun yoluna tabi olabileceklerdir.
KARŞI DAVA DİLEKÇESİ (BOŞANMA DAVASI)
İSTANBUL NÖBETÇİ AİLE MAHKEMESİ’NE
DOSYA ESAS NO : …/… E.
CEVAP VEREN DAVALI (KARŞI DAVACI) : (TCK NO: )
(ADRES)
VEKİLİ : Polat-Polat Avukatlık Ortaklığı
ADRES : Evliya Çelebi Mah. Refik Saydam Cad. No:23/5 Beyoğlu, İstanbul
DAVACI
KARŞI DAVALI :
KONU : Davaya cevaplarımızın ve karşı davamızın sunulmasını içerir.
AÇIKLAMALAR :
MADDİ OLAYIN ÖZETİ
- Davalı eş, mahkemenizdeki …. E. Sayılı dosyası ile, müvekkilimiz ile yaşadığı evliliğin artık taraflarca çekilemez hale geldiğini, TMK md.166 gereği evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını iddia etmiştir.
ESASA İLİŞKİN AÇIKLAMALARIMIZ
- Davacı eşin asıl dava dosyasında ileri sürdüğü iddialara bakacak olursak müvekkilin başka kadınlarla birliktelik yaşadığı ve bu birlikteliği uzun yıllardır kendisinden saklandığını, müvekkilimizin eve geç gelmelerinin son zamanlarda sıklaştığı ve bunu iş yemeği olarak bahane ettiği tüm bu sebeplerden dolayı aralarında huzursuzlukların, tartışmaların çıktığı ve evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını iddia etmiştir.
- Davacı eşin iddiaları soyut, mesnetsiz ve asılsızdır. Şöyle ki müvekkilimiz çalıştığı işteki konumu itibari ile çeşitli sektörlerden çeşitli insanlarla iş yemeği yemektedir fakat bu yemekte diğer iş arkadaşları da bulunduğu gibi belirlenmiş restaurantlarda erken saatlerde yenilmektedir. Davacı eşin dava dilekçesinde iddia ettiği üzere iki kişinin yediği bir yemek bulunmayıp bu yemeklerde geç saate kalındığı iddiaası da asıldır
- Yukarıda açıkladığımız tüm bu nedenlerden dolayı davacı eşin açtığı dava talebinin reddini talep etmekteyiz.
- Yine yukarıda belirtilen iddiaların artması ve bu suçlamaların evlilik birliğini müvekkilimiz açısından kaçınılmaz derecede sarsıntıya uğratması sonucu karşı dava açmamız kaçınılmaz olmuştur.
KARŞI DAVAMIZ :
- Asıl davadaki davacı eşin iddia ettiği tüm bu suçlamalar müvekkilimiz nezninde derin yaralar açmakta olup asıl davadaki davacı eşin bu suçlamaları yalnızca dava boyutunda kalmayıp aynı zamanda bunu aile ve sosyal çevreye de anlatmaları sonucu müvekkilim gerek aile gerek de sosyal çevresi bakımından zan altında bırakılmış, yapmadığı fiiller ile suçlandırılmış ve bu suçlamalar kendisinde manevi bir baskı yaratmıştır.
- Müvekkilimiz eşinin yaptığı bu suçlamalar müvekkilimizin kişilik haklarına saldırı boyutuna ulaştığından müvekkilimizin şeref, onur ve saygınlığı zedelenmiştir. Müvekkilimiz eşinin tüm bu suçlamalarına karşılık her defasında kendisiyle konuşma yolunu denemiş, gerekirse karşılıklı olarak bir psikolog eşliğinde evlilik birliğini kurtarma yoluna gitmeleri gerektiğini söylemiş, eşinin tüm suçlamalarına karşı kendisi tepki göstermeyip yalnızca kendisiyle konuşmasını talep etmiştir. Müvekkil tüm bu çabalarına rağmen eşinden sağlıklı bir geri dönüş alamamıştır.
- Çocukların velayeti bakımından, gerek çocukların yaşlarının küçük olması gerekse de müvekkilimizin eşinin bu psikolojik reaksiyonlarının çocuklar üzerinde travma yaratmamasının müvekkil eşçe talep edilmesi dolayısıyla velayetlerinin müvekkilimize bırakılmasını talep ediyoruz.
- Müvekkilimizin verilecek karar sonucunda davacı, karşı davalı eşin aylık 15.000 TL kazanması ve çocuklarının da müvekkilin kuracağı yeni hayatta zorlanmaması, müvekkilemiz için 1.000 TLL, iki müşterek çocuk için ayrı ayrı 2.000 TL olmak üzere tedbir nafakasına hükmedilmesini talep ediyoruz.
HUKUKİ NEDENLER : TMK, HMK ve diğer yasal mevzuat
HUKUKİ DELİLLER : Tanık beyanları, bilirkişi incelemesi, telefon yazışmaları, kamera kayıtları
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle, müvekkilemiz aleyhine açılan asıl davanın reddine ve karşılık davamızın kabulüne, müşterek iki çocuğun da velayetlerinin müvekkilemize bırakılmasına, dava süresince müvekkilemizin yanında kalmalarına, yukarıda talep ettiğimiz miktarlarda tedbir nafakasına ve boşanmadan sonra gerçekleşecek yoksulluk ve iştirak nafakası olarak devamına, müvekkilimizin gerek bu dava ve süreçten maddi ve manevi olarak etkilenmesinin karşılığı olarak karşı davalı eş aleyhine 5.000 TL maddi, 5.000 TL manevi olarak toplam 10.00 TL tazminata hükmedilmesine
Yargılama giderlerinin ve avukatlık ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini vekaleten talep ederiz. 27.03.2022
Ekler:
– Tanık listesi
– Vekaletname
– Yetki belgesi
Davalı & Karşı Davacı Vekili
Polat-Polat Avukatlık Ortaklığı

24 Mart 2022
Dava Şartları Ve İlk İtirazlar
DAVA ŞARTLARI VE İLK İTİRAZLAR
İlk itirazlar 6100 sayılı HMK md.116’da düzenlenmekte olup iki bentte sayılmaktadır. Bunlar:
- a) Kesin yetki kuralının bulunmadığı hâllerde yetki itirazı.
- b) Uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazı’dır.
HMK md.117 hükmüne göre “ilk itirazların ileri sürülmesi ve incelenmesi”ne baktığımızda ilk itirazların hepsinin cevap süresinde dolayısıyla iki haftalık sürede ileri sürülmesi gerekmektedir. Aksi halde dinlenmeyecektir. Yine ilk itirazın dava şartından sonra inceleneceği ve ön sorun gibi incelenip karara bağlanacağı unutulmamalıdır. Eğer kesin yetki kuralının bulunmadığı hallerde siz yetki itirazı yapmazsanız bu yetkisiz mahkeme yetkili hale geleceği unutulmamalıdır.
İlk itirazın mahkeme tarafından re’sen gözetilmediği unutulmamalıdır fakat dava şartlarında böyle bir durum yoktur, dava şartları siz ileri sürmeseniz de mahkeme tarafından re’sen gözetilmek zorundadır.
İlk itiraz cevap süresinde ileri sürülmesi gerekmekte aksi halde bir daha ileri sürülemez hale gelmektedir fakat dava şartlarının mahkemenin her aşamasında ileri sürülebildiğini unutmamak gerekir.
BİR DAVA ŞARTI OLARAK ARABULUCULUK
İki tarafın arasında bir uyuşmazlık söz konusu olduğunda bunu üzerlerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri, kendi iradeleri ile uzlaşmayı amaçlayan ve son zamanlarda dünyada da yaygınlaşma hızı artan yollardan birisi de “Arabuluculuk”tur.
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na baktığımızda Arabuluculuğa İlişkin Temel İlkeler başlığı md.3’te yer alan ilkeye göre de tarafların arabulucuya başvurması, süreci devam ettirmesi, sonuçlandırması veya bu süreçten vazgeçmesi konusunda serbestileri vardır. Bu arabuluculuk yoluna “ihtiyari arabuluculuk” denilmektedir. Fakat bazı kanunların hükümlerinde bu Arabuluculuk kurumunu bir dava şartı olarak görülmesi üzerinde “zorunlu arabuluculuk” olarak görmekteyiz. Bunun başlıca hükümlerinden biri de;
Dava şartı olarak arabuluculuk başlıklı HUAK md.18/a “İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır.” Hükmü yer almaktadır. Maddenin devamında da davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığını arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemelidir aksi halde mahkeme davacıya son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir.
Özel kanunlarda dava şartı olarak arabuluculuğa baktığımızda;
İş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarda bir dava şartı olarak arabuluculuk
İş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarda bir dava şartı olarak arabuluculuk kurumuna başvurulması 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu “Dava şartı olarak arabuluculuk” başlıklı md.3 hükmünde düzenlenmektedir. Hükme göre “Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.” Denilmektedir.
Hüküm dikkate alındığında bir uyuşmazlığın;
- işçi veya işveren tarafından bir alacak uyuşmazlığı ve tazminat uyuşmazlığı olması
- işe iade uyuşmazlığı olması
durumunda bir dava şartı olarak zorunlu arabuluculuk kurumu işlerlik kazanacaktır.
Hüküm devamı dikkate alındığında davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilecektir.. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilmektedir.. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.
Tüketici hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarında bir dava şartı olarak arabuluculuk
Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’a baktığımızda TKHK md.73/A hükmüne göre “Tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” denilmektedir. Fakat devamında istisna getirilerek
a)Tüketici hakem heyetinin görevi kapsamında olan uyuşmazlıklar
- b) Tüketici hakem heyeti kararlarına yapılan itirazlar
- c) 73 üncü maddenin altıncı fıkrasında belirtilen davalar
ç) 74 üncü maddede belirtilen davalar
- d) Tüketici işlemi mahiyetinde olan ve taşınmazın aynından doğan uyuşmazlıklar
denilerek, ilgili hükümlerdeki istisnalarda arabuluculuk şartının oluşmayacağını bildirmiştir.
Ticaret hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarda bir dava şartı olarak arabuluculuk
Ticaret hukukundan kaynaklanan bir uyuşmazlıkta uygulanacak arabuluculuk hükümleri için 7155 sayılı kanun ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu md. 5/A maddesine göre;
“Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. “ denilmekte olup, ilgili hüküm uyuşmazlıklarında bir dava şartı olarak zorunlu arabuluculuk kurumu işlerlik kazanacaktır. Arabulucu yapılan bu başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren altı hafta içerisinde sonuçlandıracaktır. Ancak bu sürede tamamlanamazsa zorunlu hallerde arabulucu tarafından en fazla iki hafta uzatılabilecektir.
Dava şartı olarak zorunlu arabuluculuk ücretleri
2022 yılı itibari ile arabuluculuk tarifesi 1 Ocak 2022 tarihi ile Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Yayınlanan bu yeni karara göre; aile hukuku, işçi-işveren uyuşmazlıkları, tüketici uyuşmazlıkları için arabulucuya iki kişinin taraf olması durumunda taraf başına saati 200 TL, üç-beş kişinin taraf olması durumunda taraf sayısı gözetilmeksizin saat başına 420 TL, altı-on kişinin taraf olması durumunda taraf sayısı gözetilmeksizin saat başına 450 TL, onbir kişi ve daha fazla kişi olması durumunda taraf sayısı gözetilmeksizin saat başına 480 TL ödenecektir.
Ticari uyuşmazlıklarda ise iki kişinin taraf olması durumunda taraf başına saati 390 TL, üç-beş kişinin taraf olması durumunda saati taraf sayısı gözetilmeksizin 800 TL, altı-on kişinin taraf olması durumunda bir saati taraf sayısı gözetmeksizin 820 TL, onbir kişi ve daha fazla kişinin taraf olması durumunda taraf sayısı gözetmeksizin bir saat için 840 TL olacaktır.

24 Mart 2022
Dava Şartları
DAVA ŞARTLARI
Dava şartları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İkinci bölüm”ünde HMK md.114 vd. maddelerinde düzenlenmektedir. Dava şartları ile ilgili ilk düzenlemeler 6100 sayılı kanun ile getirilmiştir. Dava şartları genel olarak bir davanın esastan görülüp karara bağlanmasını engelleyen, davanın incelenip karara bağlanmasının dava şartlarının varlığı veya yokluğuna bağlı olan, davanın her aşamasında mahkemece re’sen gözetilmesi gereken keza taraflar tarafından da davanın her aşamasında ileri sürülebilen hususlara “DAVA ŞARTLARI” denilmektedir.
Dava şartları gerçekleşmeden bir davanın esası hakkında incelemeye geçilemeyecektir. Hakim, dava şartı eksikliğini kendisi dikkate alacak ayrıca taraflar tarafından ileri sürülmeyecektir fakat taraflar bu konuda dava şartlarını ileri sürüp hakime yardımcı olabileceklerdir. Dava şartları esasa ilişkin olmadığından usul olarak öncelikle dikkate alınması gereken hususlardan biridir.
DAVA ŞARTLARI NELERDİR?
Dava şartları nelerdir diye bakacak olursak, varlığı gözetilmesi gereken dava şartlarına “OLUMLU DAVA ŞARTLARI”, yokluğu gözetilmesi gereken dava şartlarına ise “OLUMSUZ DAVA ŞARTLARI” denilmektedir.
Genel dava şartlarının neler olduğu HMK md. 114 birinci fıkrasında sayılmaktadır. HMK md.114 çerçevesinde genel dava şartlarını; “Mahkemeye ilişkin dava şartları”, “Taraflara ilişkin dava şartları” ve “Dava Konusu Şeye İlişkin Dava Şartları” olarak üç ana başlık altında toplanabilecektir. HMK md.114 2.fıkrasında ise diğer kanunlarda yer alan “özel dava şartları” hüküm altına alınmaktadır.
DAVA ŞARTLARI ÇEŞİTLERİ
Genel Dava Şartları
Genel dava şartları, her davada aranması gereken dava şartlarıdır, HMK md.114/2 hükmündeki genel dava şartlarına istinaden özel kanunlarda yer alan dava şartları saklı tutulmaktadır. Genel dava şartlarının eksikliği halinde davanın esastan incelenmesine geçilemeyecektir.
Mahkemeye İlişkin Dava Şartları
Yargı Yetkisi
Genel dava şartlarını incelemeye başlarken öncelikle HMK md.114/1 fıkrasının a bendinde sayılan
“a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.”nı hülasa “Yargı yetkisi”ni incelemek gerekmektedir.
Mahkemelerin yargı yetkisi, devletin egemenliği ile bağlantılı olarak ülke, kişi ve uyuşmazlığa konu olan şey ile sınırlıdır. Kural olarak yerli ve yabancı her kişi (gerçek veya tüzel) davacı ve davalı olabilecektir. Türk mahkemelerinin yargı yetkisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin coğrafi sınırları ile sınırlıdır. Bununla beraber yabancı devletlerin Türkiye Cumhuriyeti coğrafi sınırları içerisinde yargılama yapamayacakları, yargı yetkilerini kullanamayacakları unutulmamalıdır. Fakat bu yargı yetkisi incelenirken Milletlerarası Özel Hukuk ve Uluslararası Sözleşmelerden kaynaklanan muafiyetler unutulmamalıdır. Yabancı devletlerin egemenlik işlemlerinde diplomatik temsilcilerin Viyana Sözleşmesi başta olmak üzere yargı muafiyetleri göz ardı edilmemelidir. Viyana Sözleşmesine göre diplomatik temsilcilerin ceza yargılamaları açısından tam muafiyetleri söz konusudur fakat özel hukuk ilişkileri bakımından bu muafiyet kısmi niteliktedir.
Yargı Yolu
HMK md.114/1-b bendinde yer alan “Yargı yolunun caiz olması” başlığı ile adli yargıda görülecek bir davanın görülebilmesi için davanın bu dava koluna girmesi gerekmektedir dolayısıyla adli yargıya giren bir dava idari yargıda, idari yargıya giren dava da adli yargıda açılamayacaktır.
Görev
HMK md.114/1-c bendinde yer alan “Mahkemenin görevli olması” başlığına bakacak olursak bir davanın görevli mahkemede açılması gerekmektedir. Dolayısıyla kendisini görevli görmeyen bir mahkeme görev bakımından dava şartı yokluğundan usulden davanın reddedilmesine sebebiyet verecektir. Fakat daha sonra bu davanın görevli mahkemede açılması süreci devam edilmelidir.
Kesin Yetki
HMK md.114/1-c bendinde yer alan “Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.” Başlığında yetkiden bahsedilmektedir. Yetkinin kural olarak dava şartı olmayıp bir “ilk itiraz” olduğu unutulmaması gerekmektedir. Yetkinin bir ilk itiraz olmasından dolayı mahkeme yetki halini kendiliğinden dikkate almayacaktır. Fakat burada “Kesin Yetki” hallerinin incelenmesi gerecektir. Kesin yetki hallerinde davanın yetkili mahkemede açılması gerekecektir aksi halde mahkeme kendiliğinden bunu gözetecektir dolayısıyla kesin yetkinin bir dava şartı olduğundan bahsedebiliriz.
Taraflara İlişkin Dava Şartları
İki Tarafın Bulunması
Taraflara ilişkin bir dava şartı olarak da bir davadan söz edebilmek için iki tarafın bulunması gerekmektedir. Karşılıklı (iki tarafın bulunduğu) bir uyuşmazlığın bulunmadığı durumlarda ise davanın varlığından söz edilmeyecek bu hallerde “Çekişmesiz Yargı İşi” söz konusu olacaktır.
Taraf Ehliyeti
HMK md. 114/1-d bendinde: “Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması. “Denilmek suretiyle taraf, dava ve kanuni temsillikten bahsedilmektedir. Dava şartlarından bir diğeri olan taraf ehliyetine bakacak olursak bir davanın esasına geçilebilmesi çin karşılıklı tarafların taraf ehliyetlerinin bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla HMK md.50 anlamında taraf ehliyetlerinin bulunması gerekmektedir.
Dava Ehliyeti
Dava şartlarına bakarken davanın usulden reddedilmemesi için yalnızca taraf ehliyetlerine sahip olmaları yetmemekte bunun yanı sıra dava ehliyetine de sahip olmaları gerekmektedir. Eğer bir tarafın dava ehliyeti yoksa ise tarafın kanuni temsilcisi ile temsili gerekmektedir. Dava ehliyeti eksikliği sonradan giderilebilir bir dava şartıdır dolayısıyla dava açıldığında dava ehliyeti olmayan bir kişi davanın hakimin incelemesine geçildiğinde dava ehliyetini kazanmışsa dava şartı yokluğundan reddedilmeyecektir. Ancak aksi halde hülasa dava ehliyeti giderilmediği taktirde dava şartının eksikliğinden dolayı usulden dava reddedilecektir.
Davaya Vekalet Ehliyeti ve Geçerli Vekaletname
HMK md.114/1-f bendine göre “Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.” Gerekir denilmektedir. Hukuk davasının bir vekil ile yürütülmesi durumunda vekilin davaya vekalet ehliyeti sunması gerekmekte olup bunun yanı sıra dava için geçerli bir vekaletnamenin bulunması ve bunun da mahkemeye bildirilmesi-verilmesi gerekmektedir.
Davayı Takip Yetkisi
HMK md.114/1-e bendine göre tarafın davayı kendi adına yürütmesi ve bunun ardından talep sonucunu elde edebilmesi için dava takip yetkisine sahip olması gerekmektedir. Bu yetki maddi hukuktaki tasarruf yetkisine göre belirlenmektedir.
Davaya konu “Şey” için Dava Şartları
Gider Avansının Yatırılması
HMK md.114/1-g bendinde düzenlenen dava şartlarından biri de “Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması”dır. Buna göre davacı yargılama harçlarını ve gider avansını dava açarken mahkeme veznesine yatırması gerekmektedir. Yargıtay kararlarında gider avansının kesin sürede yatırılmamasının eğer celse kaybına sebebiyet vermemiş durumdaysa davanın usulden reddedilmesine karar verilemeyeceğini kabul etmektedir. Kanun lafzına bakıldığında gider avansının yatırılmadan dava açılmaması gerektiği gözükmektedir fakat hakim bu şart yerine getirilmeden dava açılırsa hakim ön inceleme aşamasında öncelikle davacıya gider avansı yatılması için kesin süre vermelidir. Bu süre içerisinde de yatırılmaz ise bu durumda dava usulden reddedilmelidir. Fakat Yargıtay’ın bazı kararlarında hakim tarafından verilen iki haftalık kesin süreden sonra yatırılan gider avansının yatırılması halinde davaya devam edileceğine karar vermektedir. (Bkz: Yargıtay 12.HD, 12.06.2012, 3723/20133)
Teminat Gösterilmesine İlişkin Kararın Gereğinin Yerine Getirilmesi
HMK md.114/1-h bendinde düzenlenen dava şartı “Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.” Hükmüdür. Buna göre Türkiye’de mutad meskeni olmayan bir Türk vatandaşı eğer dava açarsa, davaya davacının yanında müdahil olması ya da takip ve işlerini yürütmesi; davacının daha öncesinden iflasına karar verilmiş veya borç ödemeden acil belgesi vb. durumlarının olması durumunda davalı tarafın muhtemel yargılama giderlerinin karşılanması üzerine davacının mahkeme tarafından belirlenen teminatı göstermesi gerekecektir. Gösterilmesi gereken teminat miktarı ise davanın lehine sonuçlanması durumunda davalı lehine hükmedilecek olan yargılama giderlerini karşılamalıdır.
Hukuki Yarar
HMK md.114/1-h bendine göre “Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.” Gerekmektedir. Buna göre dava açılmasının amacı davacının mahkemeden hukuki koruma talep etmesidir dolayısıyla hukuki korunma ihtiyacı duymayan bir kişinin hukuki yararından da söz edilemeyecektir.
Dava açmaktaki hukuki yarar için bu yararın meşru bir yarar olduğunu gözetmek ve bu yarar davayı açan taraf ile ilgisi olması ve dava açmadaki hukuki yararın davanın açılacağı zamanda olduğu gözetilmesi gerekmektedir. Hukuki yararın salt dava yolu ile mahkemeden talep edilip edilemeyeceği öğretide tartışmalı olup bir konuda mahkemeye başvurmadan da daha hızlı ve kolay şekilde yarar elde edilebiliyorsa bu konuda mahkemeye başvurmada hukuki yararın olduğu söylenemeyecektir. Yine hukuki yararın, mahkemeden talep edildiği tarih itibari ile var olması ve gözetilmesi gerektiği unutulmamalı aksi halde davanın usulden reddi söz konusu olmalıdır. Hukuki yarar eksikliği dava sırasında tamamlanamayacağından mahkemenin bu hukuki yarar eksikliği tamamlanıncaya kadar beklemesi söz konusu da olmayacaktır.
Davanın Derdest Olmaması
Hukukta derdestlik hali konusu ve tarafları aynı olan bir davanın kesinleşmeden aynı ya da başka bir mahkemede tekrar açılması halidir. Dolayısıyla tarafları, dava sebebi ve davanın konusu olan talep sonucunun aynı olan bir dava ikinci kez açılması durumunda ikinci açılan dava için re’sen ya da talep üzerine usulden reddedilir.
Kesin Hüküm Bulunmaması
HMK md.114/1-i bendinde “Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması” denilerek dava konusu hakkında kesin bir hükmün bulunması durumunda aynı tarafların aynı dava sebebi ile yeni bir dava açması kast edilmiş ve böyle bir durumda açılacak yeni dava daha önce bir kesin hükmün bulunması sebebiyle usulden reddi söz konusu olacağı unutulmamalıdır.
Özel Dava Şartları
HMK md.114 maddesi dışında kalan diğer özel kanunlarda dava şartları sayılmıştır. İlgili özel kanunların saydığı dava şartlarının yokluğunda yine mahkeme usulden red kararı verecektir.

11 Mart 2022
Kasten Yaralama Suçu Şikayet, Zamanaşımı ve Uzlaştırma
Kasten Yaralama Suçu Şikayet, Zamanaşımı ve Uzlaştırma
Kasten yaralama suçu, TCK madde 86/3’de belirtilen nitelikli haller haricinde şikayete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın uzlaşma kapsamındadır (CMK madde 253-254). Bununla birlikte TCK m. 88 kapsamındaki ihmali davranışla kasten yaralama suçu da uzlaşma kapsamındadır. TCK m.87 kapsamında bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama suçu ise, uzlaşma kapsamı dışında bırakılmıştır.
Kasten yaralama suçu bakımından girdiği suç tiplerine uygun olarak şöyle tespitlerde bulunabiliriz. Ani suç olması sebebiyle fiilin işlendiği anda yürürlükte olan ceza kanunu uygulanır. Zamanaşımı, suçun işlendiği anda başlar. Şikayet süresi, netice meydana gelir gelmez başlar. İcra hareketleri tamamlanana kadar bu suça iştirak edilebilir, icra hareketleri tamamlandıktan sonra iştirak mümkün değildir.
TCK m. 66/1-e uyarınca kasten yaralama suçu bakımından dava zamanaşımı süresi, suçun işlendiği tarihten itibaren sekiz yıldır. TCK madde 67/4 uyarınca dava zamanaşımını kesen hallerde, dava zamanaşımı süresi en fazla on iki yıl olabilir. TCK madde 66/2 uyarınca suçun işlendiği sırada fail, on iki yaşın doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamışsa bu sürelerin yarısı; on beş yaşını doldurmuş olup da henüz on sekiz yaşını doldurmamış olması durumunda bu sürelerin üçte ikisinin geçmesi durumunda zamanaşımı dolmuş kabul edilir.
Kasten yaralama suçunun TCK m. 87/1-2’de belirtilen nitelikli hallerinde zamanaşımı süresi, suçun işlendiği tarihten itibaren on beş yıldır. TCK m. 87/3’deki nitelikli hal söz konusu olduğunda zamanaşımı süresi, suçun işlendiği tarihten itibaren yaralamanın temel ve basit şeklinin ortaya çıkması durumunda sekiz yıl (TCK madde 66/1-e); mağdurun veya failin sıfatını ya da suçta kullanılan aracı dikkate alarak nitelikli hali düzenleyen TCK madde 86/3’ün gerçekleşmesi halinde, temel yaralama bakımından on beş yıl (TCK madde 66/1-d); basit yaralama için sekiz yıldır (TCK madde 66/1-e). Dava zamanaşımı süresini kesen durumlarda, dava zamanaşımı süresi en fazla sırasıyla on iki yıl/yirmi iki yıl altı ay/on iki yıl olabilir (TCK madde 67/4). TCK madde 87/4’te belirtilen nitelikli halinin oluşması durumunda da zamanaşımı süresi, suçun işlendiği tarihten itibaren on beş yıldır (TCK madde 66/1-d). Dava zamanaşımını kesen hallerde, dava zamanaşımı süresi en fazla yirmi iki yıl altı ay olabilir (TCK madde 67/4).
Nitelikli haller açısından da suçun işlendiği sırada fail, on iki yaşını doldurmuş olup da henüz on beş yaşını doldurmamışsa bu sürelerin yarısı, on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamışsa bu sürelerin üçte ikisinin geçmesi zamanaşımının dolması için yeterli olacaktır (TCK madde 66/2).
Kasten yaralama suçunun TCK madde 86/2’deki basit halinin işlenmesi durumunda, Cumhuriyet savcısı kamu davasının açılmasını beş yıl süreyle erteleyebilir (CMK madde 171).
Kasten yaralama suçu açısından ani suç olması nedeniyle fiilin işlendiği sırada yürürlükte olan ceza kanunu uygulanır. Zamanaşımı, suçun işlendiği anda başlar. Şikayet süresi, netice meydana gelir gelmez başlar. İcra hareketleri tamamlanana kadar bu suça iştirak edilebilir, icra hareketleri tamamlandıktan sonra iştirak mümkün değildir.
Kasten yaralamanın kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif ise cezada indirim yapılacaktır. Ayrıca suçun takibi de şikayete bağlı kılınmaktadır.
Anayasa’nın 17.maddesine göre “Kişinin vücut bütünlüğüne tıbbi müdahaleler ve kanunda belirtilen haller dışında dokunulamaz. Kişinin rızası dışında tıbbi veya bilimsel deney yapılamaz.”. Fakat TCK m. 86/2 uyarınca kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde olması halinde suç, kovuşturulması bakımından şikayete bağlı tutulmuştur. Ancak burada da dikkat edilmesi gereken bir husus bulunmaktadır. Şikayet şartı, Ceza Hukukunda fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldıran bir hal değildir. Hukuka aykırılık da dahil suçun tüm şartların gerçekleşmesi durumunda Ceza Muhakemesi Hukuku bakımından soruşturma ve kovuşturma koşuludur.
TCK madde 86/2 uyarınca kasten yaralamanın ihmali davranışla basit şekli bulunuyorsa suçun takibi şikayete bağlı olacaktır. Kasten yaralamanın diğer hallerine yapılan yollama bakımından ise suçun soruşturulması ve kovuşturulması re’sen yapılacaktır.
Yaralanmaların derecesi ve ağırlığı kural olarak önemli değildir. Ancak, bilinçli taksir halleri haricinde, TCK m.89’a giren suçların kovuşturulması şikayete bağlı olduğu için şikayetçi olmayan mağdurlar hesaba katılmaz. Örneğin, yaralanan iki kişiden biri şikayetçi değilse, bu nitelikli halin uygulanmaması gerekir.
Taksirle yaralama suçu, soruşturma ve kovuşturma açısından takibi şikayete bağlı suçlardandır. Yaralananlardan birinin şikayetçi olmaması durumunda bile, soruşturma ve kovuşturma re’sen yürütülmelidir. Fakat uygulamada yaralananlardan birinin şikayetçi olmamasının dikkate alınması gerektiği ve şikayetçi olanların sayısına göre durumun değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Taksirle yaralama, şikayete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın uzlaşma kapsamındadır.

11 Mart 2022
YARALAMA SUÇU
YARALAMA SUÇU
5237 sayılı TCK m. 86 ve m.88’de “Kasten Yaralama” suçu düzenlenmiştir. TCK m.86 gereğince “Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
TCK m.86/2 ve m.86/3’de kasten yaralama suçunun nitelikli halleri düzenlenmiştir. TCK m.86/3 ‘de ; “Kasten yaralama suçunun;
- a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
- b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
- c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
 d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
 e) Silahla, işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Kasten yaralama suçunun faili herkes olabilir fakat failin, TCK madde 86/3- a’da düzenlenen yakınlardan birisinin olması halinde (üstsoy, altsoy, eş veya kardeş) ceza ağırlaştırılır. Buna ek olarak TCK madde 86/3-d uyarınca kamu görevlisi tarafından görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde verilecek ceza ağırlaştırılır.
TCK m.84’de belirtildiği üzere, intihara yardım cezalandırmaktadır ancak yaralamaya yardımı cezalandırılmamaktadır. Ayrıca kendisini yaralayan akıl hastalığı ya da yaş küçüklüğü nedeniyle kusur yeteneğine sahip değilse, yardım eden kişiyi dolaylı fail olarak cezalandırmak mümkündür.
Kasten yaralama suçunda kişilikleri olmayan hayvanlar ve eşyalar suçun konusu olabilir ancak mağduru olamazlar. Bunun sebebi ise ceza ilişkisinin yalnızca kişilikleri bulunan varlıklar arasında kurulabilmesidir.
Kasten yaralama suçunun mağduru herkes olabilir. Suçun mağduru açısından, herhangi bir özellik bulunmamaktadır. TCK m. 86/3 uyarınca mağdurun faille olan yakınlığı, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan birine karşı ve kamu görevlisine karşı yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi, kanun koyucu tarafından cezanın ağırlaştırılmasını gerektiren bir sebep olarak kabul edilmiştir.
Kasten yaralama suçu ile korunan hukuki yarar, vücut dokunulmazlığı, beden ve akıl bütünlüğüdür. Bu nedenden dolayı, mağdurun mutlaka hayatta olması gereklidir.
Cenin, anne karnından çıkıp ayrı bir varlık haline gelinceye kadar bu suçun mağduru olamaz dolayısıyla, doğmamış olan ana karnındaki bir canlıya karşı işlenen yaralama fiilleri, yaralama suçunu oluşturmayacaktır.
Hamilelikte alınan bir ilaç veya hamile kadına bulaştırılan bir virüs, çocuk üzerindeki etkisini doğumdan sonra gösterebilmektedir. Dolayısıyla somut olayın özelliğine göre kasten yaralama suçu veya taksirle yaralama suçunun ortaya çıkabileceği doktrinde bazı yazarlar tarafından kabul edilmektedir.
TCK m. 37/2 gereğince üçüncü kişi, zorlama veya aldatma yoluyla bir başkasının kendisini yaralamasına sebebiyet verirse, dolaylı faillik yoluyla kasten yaralama suçunu işleyebilir. Örneğin, bir alkol bağımlısına alkol sağlamak o kişinin sağlığını kötü etkileceği için, alkolü sağlayan kişi TCK m.37/2 uyarınca faillikten cezalandırılacaktır.
Kişinin kendisini yaralaması kasten yaralama suçunu oluşturmamaktadır. Dolayısıyla bir kişiyi kendisini yaralamaya azmettiren veya bu kişinin kendisini yaralamasına yardım eden kişi cezalandırılmaz.
Kasten yaralama, seçimlik hareketli bir suçtur. Kasten yaralama suçunu oluşturan hareket, icrai ve ihmali olabilir. TCK m.88’de bu suçun ihmali bir davranışla işlenmesi halinde cezanın indirilebileceği düzenlenmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, failin cezalandırılması için, dış dünyada meydana getirilen ve hukuken önemli olan değişikliğe, iradi bir hareketle sebebiyet verilmesi gerektiğini vurgulayıp, nedensellik ilişkisi konusundaki görüşü ise; “Nedensellik bağının bulunup bulunmadığını saptayabilmek için, failin hareketinin oluşan sonucu oluşturabilme olanağına sahip olup olmadığı veya bu hareketin sonuç bakımından tamamen tesadüf niteliği taşıyıp taşımadığını belirlemek gerekir.” Şeklindedir.
Yargıtay 3.Ceza Dairesi, K.2014/5596 sayılı kararı “sanığın katılana tokat atarak kasten basit yaralama suçunu işlediği katılan ve tanık beyanlarından anlaşılmakla sanığın mahkumiyeti yerine, beraatine kararı verilmesi hukuka aykırıdır.” şeklindedir. Dolayısıyla bu karar gereğince birine tokat atmak kasten yaralama suçu oluşturur.
Yargıtay 3.Ceza Dairesi, K.2015/4923 sayılı kararı gereğince mağdur ile fiziksel temasa girmeksizin icra edilen bazı eylemler kasten yaralama suçuna teşebbüs olarak nitelendirebilir.
Yargıtay 3.Ceza Dairesi, K.2014/28856 sayılı kararı “sanığın iteklemesi sonucunda mağdurenin düşerek yaralanmasına neden olduğu anlaşılan olayda kasten yaralama suçundan cezalandırılması gerekirken, suç vasfında hataya düşülerek sanığın eyleminin taksirle yaralama olarak değerlendirilerek mağdurenin şikayetten vazgeçmesi nedeniyle yazılı şekilde düşme kararı verilmesi hukuka aykırıdır.” şeklindedir. Dolayısıyla bu karar uyarınca mağdurun iteklenmesi sonucu düşerek yaralanması kasten yaralama suçu olarak kabul edilir.

 
			 
				 
				 
				 
				 
				 
				