7 Aralık 2021
Ceza Yargılamasında Hakimin Reddi Ve Yasaklılığı
CEZA YARGILAMASINDA HAKİMİN REDDİ VE YASAKLILIĞI
Hâkim görevini icra ederken taraflara eşit mesafede ve adil davranmalıdır. Hâkimin yargılama esnasında taraflardan birine karşı ayrıcalıklı davranma ihtimali bile toplumdaki adalet duygusunu zedeleyecektir. Dolayısıyla adaletin sağlanabilmesi ve tarafsız bir yargılamanın yapılabilmesi için hâkimlerin baskı ve etkilerden korunması gereklidir.
Hâkimin davaya bakması durumunda tarafsızlığını objektif olarak beklemenin mümkün olmadığı bazı durumlar mevcuttur. Bu durumların varlığı halinde hâkimi davaya bakmak zorunda bırakmanın, hem hâkim hem taraflar ve en önemlisi adaletin sağlanmasında yargıya duyulan güven bakımından tehlikeli olacağı kabul edilmektedir.
Hâkimin dürüstlüğü ortada olsa dahi tarafsız olmasının mümkün olamayacağı nedenlerin bulunması durumunda kanun koyucu hâkimin tarafsız olamayacağını kesin olarak kabul etmektedir.. Buna ek olarak hâkim tarafsız olamayacağından adil bir yargılama yapılamayacağını karine olarak kabul etmektedir.
Ceza muhakemesi yargılama faaliyeti esnasında izlenecek yöntem ve kuralları içermektedir. Ceza muhakemesinde, hâkimlik statüsü ile bağdaşmayacak, bu yasaklılık hallerinin bulunması durumunda, hâkimin duygu ve düşüncelerini davaya karıştırması ihtimalinin fazla olması nedeni ile davaya mutlak olarak bakamayacağı kabul edilmektedir.
HAKİMİN YASAKLILIĞI
Hâkimin davaya bakamayacağı haller kanunda sınırlı sayıda (numerus clausus) belirlenmiştir. Dolayısıyla düzenlemenin dar yorumlanması ve kıyas yolu ile genişletilmemesi gerektiği doktrinde ve uygulamada kabul edilmektedir.
Kanunda belirlenen hâkimin davaya bakamayacağı hallerin varlığında, yalnızca bu hallerin varlığının tespiti yeterlidir. Hâkimin bu davaya ilişkin olarak tarafsız olup olmayacağına ilişkin ayrıca bir araştırma yapılamayacaktır.
Tarafların hâkimin reddini talep etmemiş olmaları veya hâkimin bizzat kendisinin davadan çekinmemiş olsa bile hâkimin o davaya bakmasına imkân vermez. Bununla birlikte kanun koyucu bu durumlarda hâkimin kesin olarak davaya bakamayacağını kabul etmiş ayrıca bu durumu kesin hukuka aykırılık unsuru olarak kabul etmiştir.
Kanunda hâkimi reddedilebileceği gösterilen kişilerin rızası olsa da hâkim yasaklılık hallerinin varlığında o davaya bakamaz. CMK m. 22’de hâkimin davaya bakamayacağı haller;
“(1) Hâkim;
a) Suçtan kendisi zarar görmüşse,
- b) Sonradan kalksa bile şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlilik, vesayet veya kayyımlık ilişkisi bulunmuşsa,
- c) Şüpheli, sanık veya mağdurun kan veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyundan biri ise,
- d) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlât edinme bağlantısı varsa,
e) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında üçüncü derece dâhil kan hısımlığı varsa, - f) Evlilik sona ermiş olsa bile, şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında ikinci derece dâhil kayın hısımlığı varsa,
- g) Aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adlî kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği veya mağdur vekilliği yapmışsa,
- h) Aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmişse, Hâkimlik görevini yapamaz.”
HAKİMİN REDDİ SEBEPLERİ
Hâkimin davaya bakarken tarafsız olamayacağına ilişkin şüphe yaratan ya da davaya bakmaktan ve yargılamaya katılmaktan yasaklı olduğu hallerin bulunması durumunda kanunda yetkili kılınan kişiler hâkimin reddini talep edebilirler ve bu sayede o davaya bakmasını engelleyebilirler. Kişilerin kendisini yargılayan hâkimin tarafsızlığından şüphe duyduğu hallerde onu reddedebilmesi hakkaniyete de uygun olup teminat niteliğindedir.
HAKİMİN REDDİNİ KİMLER İSTEYEBİLİR?
CMK m.24’de hâkimin reddini talep edebilecek kişiler düzenlenmiş olup bu madde uyarınca; Cumhuriyet savcısı, şüpheli veya sanık veya bunların müdafii, katılan veya vekili hâkimin reddi talebinde bulunabilecek kişilerdir.
Avukatın hâkimin reddini talep edebilmesi için ceza muhakemesinde, hukuk muhakemesinden farklı olarak, vekâletnamesinde bu talepte bulunabilmesi için özel bir yetki verilmiş olması gerekmemektedir.
Kanun koyucu “şüpheli”nin de hâkimin reddi talebinde bulunacağını düzenlemesi, soruşturma aşamasında karar veren hâkimin de -şartları var ise- reddinin talep edilebileceğini göstermektedir. Bu durumda tutuklama talebine ilişkin karar verecek hâkimin de reddinin talep edilebilmesi mümkündür.
CMK m. 24/2 uyarınca katılan veya vekili hâkimi reddetme yetkisine sahiptir. Bu durumda mağdurun veya suçtan zarar görenin hâkimin reddini talep edebilmesi için öncelikle açılmış bir davaya katılma talebi ve bu talebin de mahkemede kabul edilmesi gerekmektedir. Buna ek olarak soruşturma aşamasında şüpheliye hâkimi reddetme hakkı tanınmıştır ancak mağdur veya suçtan zarar gören kişiye dava açılmadan önce hâkimi reddetme hakkı tanınmamıştır.
HAKİMİN REDDİ KARARININ İSTİNAFI
Ceza muhakemesinde, hükme karşı başvurulabilecek kanun yolları düzenlenmiş olup, ara kararlara karşı kanun yolları incelendiğinde, bazılarına karşı itiraz yolu düzenlenmişken, bazılarına ise son karar ile birlikte istinaf ve temyiz yoluna başvurma hakkı tanınmıştır. Bununla birlikte bazı ara kararlara karşı ise tüm kanun yolları kapalıdır.
Hükmün istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmesi halinde ise CMK m.309/4 uyarınca kanun yararına bozma sebepleri yönünden değerlendirme yapıldığında b bendinde yer alan “Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin” nedenlere dayanılabilir.
HAKİMİN REDDİ YARGITAY KARARLARI
Yargıtay 7 CD 28.06.2006 T. 2006/1464E, 2006/13086 K. sayılı kararında “Sümerbank davasında tesis edilen hükmün gerekçesinde, TMSF ile yapılan anlaşmanın suçun tevil yollu ikrarı anlamına geldiğinin kabul edilmiş bulunmasının, kendilerinin de TMSF ile benzer bir anlaşma yapmış olmaları nedeniyle, bu hususun kendileri için verilecek kararda ihsası rey anlamına geleceğini belirtip, tüm bu gerekçelere ilişkin delillerini de ibraz edip, CMK.nun 29, 298/c ve 31/son maddelerinin uygulanmasını talep ederek mahkeme heyeti hakkında reddi hâkim talebinde bulundukları cihetle, talebin davayı uzatmaya matuf olduğu da açıkça anlaşılamadığı halde, CMK.nun 27/2.maddesinde belirtilen ret prosedürü işletilerek bir karar alınmak üzere dosyanın merciine gönderilmesi gerekirken, talebin davayı uzatmaya matuf olduğu gerekçesiyle CMK.nun 31/1-b-c maddeleri uyarınca reddi hâkim talebinin geri çevrilmesine hükmolunması” bozma gerekçesi olarak gösterilmiştir.
YCGK 26.09.2017T. 2017/956 E, 2017/370 K. sayılı kararında “ ….Bunun üzerine 20.04.2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M. Ö.’e odasında teslim edildiği, sanık M Ö.’in reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M. B.’i tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 24.04.2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık M. B.’in de 25.04.2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar….” Somut olayda 63 sanık tarafından İstanbul’da bulunan sulh ceza hâkimlerinin tamamının reddi talep edilmiştir. Fakat red talebi elden muhabere nöbetçisi olan Asliye Ceza Mahkemesi hâkimine verilmiştir. Asliye ceza mahkemesi hâkimi sulh ceza mahkemelerinin tutuklamalardan önce sosyal medyaya bilgi vermesi, yürütme erkinin sulh ceza mahkemelerine ilişkin beyanları, tutuklamaya ilişkin kararların gerekçelerinde benzer şablonların kullanılmasını gerekçe göstererek, İstanbul’da bulunan tüm sulh ceza hâkimlerinin reddi talebinin kabulüne karar vererek, işbu karara itiraz makamı olarak da muhabere nöbetçisi asliye ceza mahkemesini göstermiştir. İtiraz makamı olarak gösterilen asliye ceza mahkemesi reddi hâkim taleplerini kabulü ile 63 sanığın tahliyesine karar vermiştir. İşbu kararı veren asliye ceza hâkimlerinin fiillerinin ağır hukuka aykırı olması, meslekî kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alınarak beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmeyerek görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğuna karar verilmiştir.
Yargıtay 4 CD 25.06.2019 T. 2019/3275 E, 2019/11768 K. sayılı kararında Cumhuriyet Savcısı’nın da hâkimin tarafsızlığından şüphe duyulması ve yasaklılık hallerinde hâkimin reddini talep etme yetkisine sahip olduğunu ifade etmiştir.
Yargıtay 20 HD 23.09.2013 T. 2013/6729 E, 2013/8282 K. sayılı kararında müdafin hâkimi red talep edebilmesine ilişkin olarak ceza muhakemesinde, hukuk muhakemesinden farklı olarak, vekâletnamesinde bu talepte bulunabilmesi için özel bir yetki verilmiş olmasının gerekmediğini ifade etmiştir.
YCGK 07.06.2011 T. 2011/1-75 E, 2011/114 K. sayılı kararında hâkimin reddinde süre açısından yaptığı incelemede tarafların süresi içerisinde başvuruda bulunmadıklarını tespit etmekle yetinmediği, red gerekçesini değerlendirerek, hâkimin tarafsızlığına ilişkin şüpheleri de ortadan kaldırmaya çalıştığı görülmektedir.
Yargıtay 4 CD 24.01.2019 T. 2014/40320 E, 2019/996 K. sayılı kararında, yargılama süresince müdafii tarafından tarafsızlığından şüphe duyulması sebebi ile reddedilen hâkimin yalnızca bu nedene dayanarak davadan çekinme talebinde bulunması halinde başka bir hâkim görevlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir.Dolayısıyla aynı hâkimin birden fazla kez de reddi mümkündür.
YCGK 26.09.2017 T. 2017/16-956 E, 2017/370 K. sayılı kararı uyarınca hâkimin reddinin talep edildiği dilekçede ya da sözlü başvuru üzerine zabıt kâtibi tarafından tutulan tutanakta, öncelikle hangi somut işe bakacak hâkimin isminin reddedildiğinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
Yargıtay 4. CD 25.06.2019 T. 2019/3275 E, 2019/11768 K. sayılı kararında iddianamenin iadesi kararı veren hâkimin Cumhuriyet savcısı tarafından reddi üzerine; hâkim talebin reddi kanaati bildirilerek dosyanın gönderildiği ilgili ağır ceza mahkemesi tarafından sadece hâkimin reddine ilişkin karar verilmesi gerekirken, aynı zamanda iddianamenin iadesi kararına karşı yapılan itirazın kabulüne de karar verilmesini bozma nedeni olarak kabul etmiştir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
Basiretli Tacir
BASİRETLİ TACİR
Basiretli tacir, ticaret hukukunda sıkça karşımıza çıkan bir terimdir. Pek çok işte kanun, kişinin basiretli tacir gibi davranmasını zorunlu kılar yahut yeterli görür. Bu sebeple çoğu zaman basiretli tacir gibi davranma ya da davranmamaya çeşitli sonuçlar yüklenmiştir. Bu makalemizde basiretli tacir tanımına geçmeden önce sizlere tacir sıfatının ne olduğundan bahsedeceğiz. Ardından basiretli tacirin kimlere deneceğini ve basiretli tacir gibi davranma yükümlülüklerinin neler olduğunu açıklayacağız.
Tacir Sıfatı Nedir?
Tacir sıfatı ve basiretli tacir olmaya ilişkin tanımlar 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda yer almaktadır. Türk Ticaret Kanunu’nun 12. Maddesine göre bir ticari işletmeyi kendi adına işleten kişiye tacir denir. Tacir sıfatı için kişinin işletmenin tamamını kendi adına işletmesi gerekmez, işletmeyi kısmen de olsa kendi adına işletmesi yeterlidir. Bir ticari işletme açıldığında bu işletmenin kurulduğunun çeşitli yollarla halka ilan edilmesi gerekir. Bu ilan gazete, radyo, sirküler, televizyon veya diğer ilan araçları yoluyla olabileceği gibi ticaret siciline tescil şeklinde de olabilir. Bu yollardan herhangi biriyle ticaret sicilini ilan eden kişinin işletmesi fiili olarak işlemeye başlamasa bile, ticari işletme sahibi tacir sıfatını kazanmış sayılır.
Türk Ticaret Kanunu’nun 13. Maddesi ise küçük ve kısıtlılar için bir düzenleme getirmiştir. 13. Maddeye göre küçük ve kısıtlı adına, onlara ait ticari işletmeyi işleten yasal temsilci tacir sayılmaz. Bu durumda tacir sıfatı yine temsil edilene, yani küçük yahut kısıtlıya aittir. Sadece cezai hükümler açısından yasal temsilci tacir gibi sorumlu olur.
Türk Ticaret Kanunu’nun 16. Maddesi ise tüzel kişiler için tacir sıfatını düzenlemiştir. 16. Maddeye göre ticari şirketleriyle bir ticari işletme işleten vakıflar, dernekler ve kamu tüzel kişilerince kurulan kurum ve kuruluşlar da tacir sayılmaktadırlar.
Son olarak, eğer bir kişi kendi adına, bir adi şirket adına yahut hukuken var sayılmayan herhangi bir şirket adına şirket ortağı gibi hareket ederse; iyi niyetli üçüncü kişilere karşı tacir sıfatıyla sorumlu olur. Burada kanun, iyi niyetli üçüncü kişilerin kazanımlarını korumayı amaçlamıştır.
Basiretli Tacir Ne Demek ?
Basiretli tacir kavramının kanunda verilmiş tam bir tanımı yoktur. Fakat Türk Ticaret Kanunu’nun 18. Maddesi basiretli bir tacir gibi davranmayı tacir olmanın yükümlülükleri arasında saymıştır. Ancak kanun, basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğünü sadece tacirin iş yaptığı ticari alana ilişkin faaliyetleriyle sınırlamıştır.
Basiretli tacir, tacirin sahip olması beklenen bazı özellikleri ifade eder. Öncelikle basiretli bir tacirin işiyle ilgili alanın gerektirdiği teknik bilgilere sahip olması beklenir. Yaptığı işlerde işin gerektirdiği riskleri biliyor, bu risklere uygun önlemler alabiliyor olması gerekir. Aynı zamanda günün ve gelecek zamanların iş hayatı açısından getirebileceği durumları tahmin edebiliyor, bunlara göre iş hayatını planlayabiliyor olması beklenir. Örneğin ödeme planlarını oluşabilecek ekonomik dalgalanma risklerini de göz önünde bulunduracak şekilde yapması gibi.
Basiretli Tacir Gibi Davranma Yükümlülüğü
Kanun koyucu, Türk Ticaret Kanunu’nun çeşitli yerlerinde basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü aramaktadır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, öncelikle Türk Ticaret Kanunu’nun 18. Maddesi, ticari işletme sahibinin iş alanıyla ilgili olarak her faaliyetinde basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğü aramaktadır. Takdir edileceği üzere bu çok geniş bir yükümlülüktür. İşletme sahibi yapacağı her işlemin, işletme açısından risklerini düşünerek hareket etmelidir. Aynı şekilde ödeme ve borçlanma planlarını da ülkenin ekonomik durumunu ve ekonomideki olası hareketlenmeleri düşünerek düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğünü yerine getirmediği iddia edilebilir.
İkinci olarak kanun koyucu, acentelikle ilgili düzenlemelerde acenteye böyle bir sorumluluk yüklemiştir. Türk Ticaret Kanunu’nun 110. Maddesinin 2. Fıkrasına göre acente, müvekkilin aciliyet teşkil eden işlerinde müvekkile ulaşamıyorsa, yetkili olduğu takdirde basiretli bir tacir gibi davranmak koşuluyla kendi görüşüne göre işlem yapabilir.
Ve son olarak Türk Ticaret Kanunu’nun 286. Maddesi şirketin tasfiyesi sırasında tasfiye memurlarına basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğü yükler. 286. Maddeye göre tasfiye memuru, tasfiye sırasında şirketin mal ve haklarının korunması için basiretli bir tacir gibi gereken önlemleri almakla ve tasfiyenin en kısa sürede tamamlanmasını sağlamakla yükümlüdür.
Basiretli Tacir Yargıtay Kararları
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2020/2029 E., 2021/1677 künyeli ve 14.04.2021 tarihli kararında taraflar arasında imzalanan sözleşmenin fiyatlarla ilgili bir kısmı içeren düzenlemenin ihale dokümanlarından biri olan “idari şartnamede” yer almaması sebebiyle yok hükmünde olduğu ve kanunun emredici hükümleriyle eşitlik prensibine aykırı olduğu iddiasıyla iptal edilmesi istemini davacının basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğü olduğu, bu sebeple sözleşme yaparken sözleşmeyi iyice değerlendirip hesaplayarak hareket etmesi gerektiğini söyleyerek bu istemi reddetmiştir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2021/227 E., 2021/847 K. Künyeli ve 03.02.2021 tarihli kararında davacının tacir olup olmadığının araştırılması sonucunda tacir olduğu kanısına varılırsa, davacı kiracının da basiretli bir tacir gibi davranması gerektiğini; kiralananın hukuki ve fiziki durumunu araştırdıktan sonra kiralaması gerektiğini; ve bu arada davalı kiraya veren kiralananın kaçak yapı olduğunu bilerek kiraya verdiğini çünkü davacı kiracının da yargılama sırasında öncesinde de aynı yerde kiracı olduklarını, eski dükkanın sezon sonu yıkılıp yerine dava konusu kiralanın yapıldığını bildirdiğine göre, kiralananın bu durumunu bilerek kiralamış olduğundan hareketle her iki tarafı da kusurlu bularak kusurları oranında hakkaniyete uygun bir indirim yapılmasını içtihat etmiştir.

İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında toplumsal cinsiyet, cinsel suçlar gibi alanlarda gönüllü çalışmalar yürütmekte. Bir süredir Polat & Polat Avukat Ortaklığında öğrenci stajyerlik yapmakla beraber web sitesindeki metinlerin yazılmasıyla ilgileniyor.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
İftira Suçu Yargıtay Kararları
İFTİRA SUÇU YARGITAY KARARLARI
Yargıtay 9. CD., 15.10.2014 tarih ve 2014/3484 E., 2014/10177 K. sayılı kararında, “Sanığın olay tarihinde katılana karşı işlediği iddia edilen hakaret suçu nedeniyle emniyette şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınması sırasında, “katılanın kendisine karşı hakarette bulunduğunu” iddia etmesi şeklindeki eyleminin savunma hakkı kapsamında kalması nedeniyle sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile beraat kararı verilmesi sonucu itibariyle doğru olduğundan” hükmün onanmasına karar vermiştir.
Yargıtay 9. CD., 27.9.2013 tarih, 2013/6877 E., 2013/11962 K. sayılı kararında ise, “somut olayda; uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan ifadesinde uyuşturucuyu şikayetçi E.’den aldığını ifade eden sanığın bu beyanının savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, iddialarını ispat edememesinin iftira suçunun işlendiğinin kanıtı sayılamayacağı eyleminin suç işlemediğini bildiği kimselere suç atmak biçiminde olmayıp savunma hakkını kullanma niteliğinde bulunduğu, bu nedenle sanığa atılı iftira suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, beraati yerine yazılı gerekçe ile mahkumiyetine karar verilmesi,”ni hukuka aykırı bulmuştur.
Yargıtay 4. CD., 27.6.2007, 2006/3107 E., 2007/6143 K. sayılı kararında, “sanığın kullanıp geri verilmek üzere yakınana teslim ettiği cep telefonunu aradan geçen zaman içerisinde yakınanı bulamadığı için geri alamayınca, C.Başsavcılığına yazdığı dilekçede; “Atakan” adındaki bir şahsın kendisine bıçak çekerek cep telefonunu istediğini, mecburen vermek zorunda kaldığını” iddia ederek yakınmada bulunduğu, ancak birkaç gün sonra telefonunun geri verilmesi üzerine kolluktaki anlatımında gerçeğe döndüğünün kabul edilmesi karşısında, suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye suç yüklemek suretiyle iftira suçunu işlediği gözetilmeden, yetersiz gerekçelerle beraat hükmü kurulması”nı yasaya aykırı bulmuştur.
Yargıtay 4. CD., 21.03.2002, 197/4466 sayılı kararında “…,.C. İlköğretim Okulunda görevli erkek öğretmenlerin kimliklerinin de açıkça belirtilmemesi karşısında, iftira suçunun yasal öğelerinin oluşmadığı gözetilmeden hükümlülük kararı verilmesi,” hükmü ile isnadın yöneldiği kişi ya da kişilerin belirlenebilir nitelikte olmadığından bahisle iftira suçunun oluşmayacağına karar vermiştir.
Yargıtay 4. CD., 12.7.2006, 2006/4670 E., 2006/13841 K. sayılı kararında iftiraya uğrayan kişi, haksız fiilin isnat edildiği anda hayatta olmalıdır şeklinde belirtmiştir. “İncelenen somut olayda, sanık hakkında dört kişiye iftira suçundan dava açıldığı, ancak dosyada bulunan nüfus kaydı ve mernis ölüm tutanağından C.adlı kişinin, sanığın yetkili merciye şikayet dilekçesi verdiği günden yaklaşık altı ay önce 20.6.2002 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır. Ölüye karşı suç yüklenmesi düşünülemeyeceğinden, sanığın, anılan kişiye, işlenemez nitelikteki iftira suçundan, mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır.”
Yargıtay 4. CD. 2011/18014E, 2013/2815K sayılı kararında, uydurulan maddi eser ve delillerin, soruşturma ve kovuşturma mercilerinin yanıltılmasını, mağdurun suç işlediği izlenimine kapılmalarını sağlayacak, iftira eyleminin varlığını kuvvetlendirerek haklı gösterecek ispat araçları ve emareler olduğunu ifade etmiştir.
Yargıtay 4. CD. 2011/1197E, 2012/693K sayılı kararında “İftira suçunda giderilmesi gereken ölçülebilir, belirlenebilir (somut) maddi bir zarar oluşmaması, manevi zararın ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanmasına engel teşkil etmemesi karşısında “şikayetçinin zararının karşılanmamış olması” biçimindeki gerekçeyle anılan madde hükmünün uygulanmaması” mağdurun asılsız isnat sebebiyle uğradığı manevi zararın giderilmemesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin iftira suçu bakımından uygulanmasına engel teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir.
Yargıtay 9. CD. 2013/298E, 2013/3543K sayılı kararında temyiz dilekçesinde, yargılamayı yürütüp karar veren hâkime hukuka aykırı fiil isnat eden sanığın, yasal temyiz hakkını kullandığından bahisle iftira suçunun oluşmayacağına karar vermiştir.“Somut olayda; sanığın, Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararı ile 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan verilen mahkumiyet kararını temyiz ederken verdiği dilekçesinde “Yerel mahkeme hakiminin yargılama sırasında ifaden alınırken önünü ilikle lan şeklindeki beyanına mukabil, siz bana neden lan diyorsunuz diye cevabıma aşırı tepki gösteren hakimin yargılamayı şahsileştirerek kanuni ve yasal olmayan, hukuka dayanmayan aleyhe tutumu aleyhime haksız ceza verilmesine neden olmuştur.” biçimindeki açıklamalarının yasal temyiz hakkını kullanmaktan ibaret olup, iftira suçunun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeden, sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi kanuna aykırıdır.”
Yargıtay 4. CD. 22.01.2007, 2005/10847E, 2007/472K sayılı kararı uyarınca, özgü suç olarak düzenlenen suçların, fail olarak nitelendirilemeyecek kişilere isnat edilmesi halinde iftira suçu oluşmaz. “Sanığın köy ihtiyar kurulu üyesi olup da vekâleten muhtarlık görevini yürüten yakınana “benim meraya tecavüzümü ihbar ediyor da başkalarının mezarlık alana tecavüzüne göz yumuyor” biçiminde iftira atması eyleminde, yakınanın vekaleten muhtarlığa bakıp bakmadığının Kaymakamlıktan sorulması, suç tarihinde vekil olmadığının saptanması halinde 442 sayılı Köy Yasasının 11. maddesi uyarınca icrai görevi bulunmayan köy ihtiyar heyeti üyesi yakınanın “köyde işlenen suçları ihbar yükümlülüğü”nün bulunmadığı, bu durumda sanığın yakınana hukuksal anlamda iftira atmasının söz konusu olamayacağı gözetilmelidir.”
Yargıtay 4. CD. 2010/8008E, 2012/6688K sayılı kararı uyarınca kişilerin hak arama özgürlüğü sınırları içerisinde kalan eylemleri suça sebebiyet vermemektedir. “Sanığın başvurusuna verilen olumsuz yanıt üzerine hak arama özgürlüğünü kullandığı; iftira suçunun unsurlarının oluşması için özel kast gerektiği ve somut olayda iftira suçunun unsurları oluşmadığı gözetilmeden mahkûmiyet karar verilmesi, bozma sebebidir.”

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
İftira Suçu Para Cezası
İFTİRA SUÇU PARA CEZASI
5237 sayılı TCK m. 267/7’de “mağdur hakkında hapis cezası dışında adli veya idari bir yaptırım uygulanması halinde müfteri hakkında 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasına hükmolunacağı” düzenlenmiştir fakat bu düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından 2011 yılında Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
İftira eylemi neticesinde mağdur hakkında hapis cezası uygulanması halinde öngörülen ceza ile hapis cezası dışında adli yaptırım veya idari yaptırım uygulanması halinde öngörülen cezalar arasında aşırı orantısızlık olduğu ve bu durumun da adil sonuçlar doğurmadığı açık olduğundan, Anayasa Mahkemesi haklı ve yerinde bir karar ile bu fıkrayı iptal etmiştir. İptal edilen bu fıkra yerine halen yeni bir düzenleme yapılmış değildir.
Mahkeme tarafından, iftira sebebiyle para cezası belirlenirken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını, olayın gerçekleştiği tarihte paranın satın alma gücünü, somut olayın özellikleri ve etkilerini dikkate alır. Hükmedilecek para cezası ile davacı tarafın zenginleşmemesi, davalı tarafın ad fakirleşmemesi gerektiği gözetilir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
İftira Suçu Manevi Tazminat
İFTİRA SUÇU MANEVİ TAZMİNAT
İftira suçu kasten işlenebilen bir suç tipidir. 5237 sayılı TCK m. 267’de “işlemediğini bildiği halde” ifadesine yer verilerek iftira suçu kasten işlenebilen bir suç tipi olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. İftira suçunun kasten işlenebileceğini kabul etmenin doğal sonucu olarak belirtmek gerekir ki bu suç tipi, bilinçli veya bilinçsiz, taksirle işlenemez.
Kanun koyucu, iftira suçunun taksirle işlenemeyeceğini kabul etmiştir fakat haksızlığa uğrayan masum kişi veya kişilerin hukuk mahkemelerinde tazminat talep hakları saklıdır.
Yargıtay’a göre hukuk mahkemeleri, ceza mahkemesinin maddi vakıanın varlığı veya yokluğu ile ilgili tespitleriyle bağlıdır. Diğer bir anlatımla, bir eylem iftira suçunu oluşturuyorsa, aynı fiil hukuk mahkemesi bakımından haksız fiil oluşturacağından, hakkı ihlal edilen kişi ayrıca tazminat talebinde bulunabilir. Ancak hukuk hakimi, suç oluşturacak ağırlıkta bir eylem olmadığı kanaatine vararak ceza vermese dahi, hukuk hakimi aynı eylemin tarafından tazminatı gerektirdiğine hükmedebilir. Dolayısıyla masum kişiler hakkında gerçeği öğrenmeye yönelik gerekli özeni göstermeyerek yapılan hukuka aykırı fiil isnatları iftira suçunu oluşturmazken masum bireylerin tazminat talep haklarına da engel olmayacaktır.
İftira suçunun mağduru iftira sebebiyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararlar için hukuk davası açabilir. İftira suçu nedeniyle manevi tazminat, kendisine isnat edilen hukuka aykırı fiil nedeniyle mağdurun psikolojik açıdan yıpranması karşılığında istediği zarardır. Mağdurun, psikolojik sorunlar yaşama, dışlanma ve ötekileştirme gibi durumlarla karşılaşması sebebiyle manevi tazminat talep etme hakkı bulunmakta olup iftira suçu nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararlar için Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açma hakkına da sahiptir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
İftira Suçu
İFTİRA SUÇU (TCK m. 267)
İftira suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümler başlıklı ikinci kitabının “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı dördüncü kısmında yer alan “Adliyeye Karşı Suçlar” isimli ikinci bölümünde 267 ve 269 maddeleri arasında düzenleme altına alınmıştır.
“İftira” başlıklı 267. maddede iftira suçu dokuz fıkra halinde düzenlenirken, 269. maddede bu suça ilişkin etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. 267. madde düzenlemesinde doktrinde maddi iftira olarak ifade edilen “fiilin maddi eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması” suçun nitelikli hali olarak düzenlenmiş ve bu nitelikli halin işlenilmesi durumunda cezanın yarı oranında arttırılacağı hüküm altına alınmıştır.
5237 TCK’nın 267/4. fıkrasında iftira neticesinde mağdur hakkında tutuklama veya gözaltına alınma koruma tedbirlerine başvurulması durumunda failin ayrıca “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan dolaylı fail olarak sorumlu tutulacağı, 267/3. fıkrasında ise gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa cezanın yarı oranında arttırılacağı düzenlenmiştir. 5237 sayılı TCK 267/1’de iftira suçunun işleniş şekilleri ihbar veya şikâyette bulunmak ya da basın yayın yoluyla hukuka aykırı fiil isnat etmektir.
Türk Ceza Kanunu’nun 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunda masum olduğu bilinen bir kişiye hakkında adli veya idari yaptırım uygulanması maksadıyla bir hukuka aykırı fiil isnat edilmektedir.
İftira suçunda korunan hukuki değer konusunda doktrinde tam bir fikir birliği bulunmamaktadır. İftira suçunun koruduğu hukuksal değerin ne olduğu konusunda çok fazla farklı görüş ileri sürülmekle birlikte, bu görüşlerden başlıcaları şunlardır: Bu suç ile bireyin şeref ve onuru zarar gördüğünden, iftira suçu kişilere karşı suçlar arasında düzenlenmelidir, bu suç devletin adli mekanizmasını aldatmaya, yanlış yönlendirmeye yönelik olduğundan sadece adliyeyi ilgilendirmektedir, iftira suçu ile kamu güveni ihlal edilmektedir, bu suçun işlenişiyle kişilerin onur ve şerefleri ile adliye düzeninin eşit oranda ihlal edildiği, iftira suçunun koruduğu hukuki yarar karma nitelikte olmasına rağmen kişilere ilişkin menfaat ağır basmaktadır, bu suç ile korunan hukuki yarar karma nitelikte olmasına rağmen adliyeyi ilgilendiren yönü ağır basmaktadır.
5237 sayılı TCK’da iftira suçu, “Adliyeye Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenmesine rağmen, doktrinde çoğunlukla iftira suçunun koruduğu hukuki değerin karma nitelik taşıdığı genel olarak kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK’da iftira suçunu düzenleyen 267. maddede faille ilgili olarak “…hukuka aykırı fiil isnat eden kişi” ifadesi kullanıldığından iftira suçunun herkes tarafından işlenebileceğini ve özgü suç niteliği taşımadığı ifade edilebilir.
İftira suçu açısında failin “kamu görevlisi” veya “sivil vatandaş” olması arasında 5237 sayılı TCK’da herhangi bir fark öngörülmemiştir.
Doktrinde savunulan bir görüşe göre, iftira suçunun mağduru sadece gerçek kişilerdir. Doktrinde savunulan diğer bir görüşe göre ise, iftira suçunun mağduru adli makamlar yani yargı organıdır. İftira suçu bakımından iftiraya uğrayan kişi suçun mağdurunu değil konusunu oluşturmaktadır. Doktrinde diğer bir görüşe göre iftira suçu adil yargılanma hakkına karşı işlenen bir suç olup bu suçun mağduru bireyler topluluğudur.
TCK 267. maddede düzenlenen iftira suçunu meydana getiren tipik fiil seçimlik hareketlidir, iftira suçunun meydana gelebilmesi için; yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunmak, basın yayın yoluyla iftirada bulunmak ve iftira atılan fiilin maddi eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunmak şeklinde üç tane seçimlik hareket düzenlenmiştir ve bu üç hareketten herhangi bir tanesinin yapılmasıyla iftira suçu meydana gelmektedir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
12 Kasım 2021
Senetle İspat
SENETLE İSPAT
Bir dava açıldığında, o davanın kazanılması için ileri sürülen vakaların ispatlanması gerekir. Davada taraflardan birisi, iddia ettiği konu bakımından haklı olsa dahi bu haklılığını mahkeme önünde ispatlayamadığı takdirde dava aleyhine sonuçlanır. Bu nedenle iddianın doğruluğunun ispatlanıp ispatlanamaması davanın sonucuna doğrudan etki ettiğinden ispat konusu çok önemli bir konu haline gelir. Dolayısıyla kanun koyucu ispata ilişkin özel kurallar düzenlemiştir. Senedin, güçlü bir delil olmasından ve gündelik hayatta da çok kullanılan bir araç olması sebebiyle ispat kurallarının temeli senede dayandırılmıştır. Senet, sadece ispat hukuku için değil maddi hukuk açısından da öneme sahiptir. HMK 200 ve 201 maddeleri gereğince senetle ispat edilmesi gereken bir hukuki işlemin, kural olarak, adi senetle ispatı mümkündür. HMK m.200’de değinilen ve belirli bir değerin altındaki uyuşmazlıklarda senetle ispat zorunludur fakat HMK m.200/2 uyarınca karşı tarafın açık muvafakatinin olması durumunda senetle ispat zorunluluğu söz konusu olmayacak ve muvafakat edilen taraf senet haricinde tanık da dinletebilecektir. HMK m.201’de senede karşı tanıkla ispat yasağı düzenlenmiş olup belirtilen durumlarda senede karşı, uyuşmazlığın belirlenen sınırın altında kalması durumunda dahi tanık dinletilemeyeceği belirtilmiştir. HMK m.202 uyarınca delil başlangıcı bulunan hallerde senetle ispat kuralının olması durumunda dahi tanık dinletilebilmesi mümkündür. HMK m.204 uyarınca Medeni Usul Hukuku bakımından resmi senet, kural olarak, bir geçerlilik şartı olmayıp, ispat hukuku bakımından, adi senetlere kıyasla daha güvenli durum sağlayan bir ispat şeklidir.
BELGE VE SENET
Medeni Usul Hukuku Kanunu m.199 hükmü, hem daha üst bir kavram olan belgeyi hem de kesin delil niteliğinde olan senedi düzenlemiş, uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli bilgi taşıyıcılarını belge olarak tanımlamış ve belgeye; yazılı veya basılı metinleri, senetleri, çizimleri, planları, krokileri, fotoğrafları, filmleri, görüntü veya ses kaydı gibi verileri, elektronik ortamdaki verileri ve benzer bilgi taşıyıcılarını örnek olarak saymıştır. Belge kavramına giren veriler, yalnızca bu hükümde sayılmış olanlardan ibaret değildir.Medeni usul hukuku bakımından belge, dava konusu vakıaları ispata elverişli bilgi taşıyıcısıdır. Senet ise, irade açıklamasını dış dünyaya yansıtan yazılı bir belge iken usûl hukuku açısından senet ise, bir kişinin kendi aleyhine hazırladığı veya aleyhine sonuç doğuran yazılı belgedir. Fakat senedin kesinlikle aleyhe delil veya ispat aracı oluşturma amacı ile yapılmış olmasına gerek yoktur. Türk hukukunda senet, uygulamada sık sık karşılaşılan, önemli kesin delillerdendir. Bir belgenin senet olarak nitelendirilebilmesi için ilk olarak dış dünyada varlık kazanması gerekli çünkü dış dünyada varlık kazanmışsa içerdiği metnin bütünlüğü ve doğruluğu, zihin tarafından algılanabilir hale gelecektir. Senet, taş, tahta, kumaş gibi cisimler üzerine yazılabilir ve HMK m.205/3 uyarınca usulüne göre güvenli elektronik imza ile oluşturulmuş bulunan elektronik verilerde senet hükmünde kabul edilmektedir. Senet ve belge birbirinden farklı kavramlar olup aralarındaki en önemli fark, belgenin, senet kavramını da içeren daha üst bir kavram olmasıdır. Dolayısıyla, her senet bir belge olmasına rağmen, her belge bir senet değildir. Buna ek olarak belgenin yazılı bir şekilde oluşturulmuş olması şart değildir. Bir belgenin senet olarak kabul edilebilmesi için, onu düzenleyen tarafından aleyhine delil teşkil etmesi amacı ile düzenlenmiş olması şart değildir; aksini kabul halinde, tesadüfi belgeler senet olarak sayılmayacaktır. Yine de öğretide, bir belgenin senet olarak kabul edilebilmesi için kendi aleyhine delil teşkil etmek amacıyla düzenlenmiş olmasını şart sayan yazarlar da mevcuttur. Yazılı belgenin senet sayılabilmesi için karşı tarafa verilmesi şart değil, önemli olan yazılı belgenin aleyhine delil teşkil edecek tarafça düzenlenmesi ve imzasını taşımasıdır.
SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU
HMK m.203’te senetle ispat zorunluğunun istisnaları düzenlenmiştir. (1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:
- a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.
- b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.
- c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkansızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hâllerde yapılan işlemler.
ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
- d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.
- e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hâ
SENETLE İSPAT YARGITAY KARARI
Mahkemece, iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilen davada, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E., 2015/11645 K., 2018/10400 T., 21.05.2018 sayılı kararında davacı tarafından teklif edilen yeminin davalı tarafından eda edildiği, öte yandan 6100 sayılı HMK’nın 203. maddesinin olayda uygulama yerinin bulunmadığı gözetilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olduğuna göre, davacı vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir.
Davacı, maliki olduğu 3118 ada 4 parsel üzerindeki bağımsız bölümü, 28.02.2006 tarihinde inançlı işlem ile “ne zaman evlenirse o tarihte iade almak” şartıyla davalı kız kardeşine temlik ettiğini, 16.05.2010 tarihinde evlendiğini ve akabinde davalıdan çekişme konusu taşınmazın iade edilmesini istediğini ancak davalının taşınmazı iade etmediğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı, davacı ile aralarında inanç sözleşmesi bulunmadığını, çekişme konusu taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yargıtay 3. HD 10.6.2014, 7722/9296 sayılı bir kararında, “Somut olayda, taraflar arasındaki, protokol başlıklı belgenin Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan incelemesinde belgedeki imzaların davalının eli ürünü olduğu, incelemeye konu belgenin fotokopi belge olduğu bildirilmiştir. Mahkemece yapılacak iş ; davaya konu davalının imzasını taşıyan protokol başlıklı belgenin yukarda açıklanan bilgiler ışığında yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge kabul edilip, HMK m.202 uyarınca, tanık dahil her türlü delil ile ispatına imkân verilmesi gerekir” diyerek, fotokopiyi delil başlangıcı olarak kabul etmiştir. HMK m. 199‟da belge olarak kabul edilebilecekler arasında senet düzenlenmişse de, her belge kanun anlamında senet olarak kabul edilemez. Örneğin delil başlangıcı sayılan fotokopi ve faks metinleri senet değil, belgedir. Çünkü bir belgeye senet diyebilmemiz için bazı unsurları (imza, metin, yazılılık) taşıması gerekir. Ancak aleyhine ibraz edilen taraf fotokopinin ve onun altındaki imzanın kendisine ait olduğunu kabul ederse, fotokopi artık senet, yani kesin delil sayılır.
YHGK. T.07.11.2012, E.2012/18-548, K.2012763 sayılı kararında, resmi memur tarafından yapılan senetlere karşı tanık dinlenemeyeceğini; nüfus sicilinin doğruyu yansıtmadığı hakkındaki iddiaların ise şahitle veya diğer delillerle ispat edilebileceğini belirtmiştir.
Davacı, maliki olduğu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 3.kat 14 nolu bağımsız bölümü , eşinin borçları ve eşi ile arasında devam eden boşanma davası nedeniyle babası … ’na satış suretiyle temlik ettiğini, bu satışın gerçek bir satış olmayıp, bedel ödenmediğini, sorunlarını çözdükten sonra taşınmazını babasından devralmak istediğini fakat bu sırada babasının ölmesi nedeniyle taşınmazın iade edilemediğini ileri sürerek, mirasbırakan … adına olan tapunun iptali ve adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E., 2015/8484 K.,2018/8609 T., 2.04.2018 sayılı kararında dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özellikle davanın inanç sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olduğu iddianın ve 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille ispatlanması gerektiği, ancak bu tür bir delil getirilemediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203. maddesinin somut olayda uygulama yerinin olmadığı gözetilerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olduğuna göre, davacının temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
3 Kasım 2021
Hakaret Suçu
HAKARET SUÇU ( TCK M.125)
HAKARET SUÇU CEZASI
Bireyin haysiyeti ve onuru, hayatı ve vücut bütünlüğü değerleri kadar mühimdir. Hukuk düzeni, toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği için gerekli olan bireysel ve toplumsal değerleri korumalıdır. Bu nedenle uluslararası insan hakları metinlerinde bireyler maddi ve manevi varlık açısından hukukun koruması altındadır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 17’de kişinin maddi ve manevi varlığı birlikte koruma altına alınmıştır. Ceza kanunu, öldürme ve yaralama gibi suç tiplerinde insanın maddi varlığını korumaktadır. Hakaret suçu bakımından korunan hukuki değer ise kişinin manevi bütünlüğü yani “şeref ve haysiyetidir”. Birey, manevi bütünlüğünü toplum nazarında sahip olduğu şeref ve haysiyet kavramlarıyla sağlamaktadır. Dolayısıyla bireyin şeref ve haysiyetine yönelik ihlalleri önlemek amacıyla hakaret suçu düzenlenerek yapılan bu ihlallere karşı müeyyideler öngörülmüştür. Hakaret suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümleri kapsamında olan ikinci kitabında Kişilere Karşı Suçlar başlığını taşıyan sekizinci bölümde 125-131 maddeleri arasında düzenlenmiştir. TCK m.131’de “Soruşturma ve kovuşturma koşulu” başlığıyla “şikayet” şartına yer verilmektedir. Hakaret suçunda fiilin “somut bir fiil veya olgu isnadı” ya da “sövmek” şeklinde işlenmesi bu suçun seçimlik hareketleri olarak öngörülmüştür. Hakaret suçu Türk Ceza Hukukunda şerefe karşı suçlar altında düzenlenen bir suç tipidir. Sekizinci bölümde, kişinin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğindeki aşağılama ve küçük düşürme fiillerini ceza yaptırımı altına alan “hakaret” ve “kişinin hatırasına hakaret” olmak üzere iki ayrı suç tipi düzenlenmiştir. Bu suçlar “genel tahkir suçları” olarak nitelendirilmektedir. Ceza Kanunda, bu suçların dışında “özel tahkir suçları” şeklinde nitelenebilecek bazı özel nitelikteki hakaret suçlarına da yer verilmektedir. TCK’da, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” (m. 299), “Devletin egemenlik alametlerini aşağılama” (m. 300), “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” (m. 301) ve “Yabancı devlet bayrağına karşı hakaret” (m. 341) suçları, özel tahkir suçları kapsamında yer almaktadır. Hakaret suçu, kişinin onur, şeref ve saygınlığına karşı somut bir fiil veya olgu isnat ederek veya sövmek suretiyle kişinin onur, şeref ve saygınlığına saldırılması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Hakaret suçunda, suçun bir haksız fiile tepki olarak işlenmesi TCK m. 129/1’de bir özel haksız tahrik hali olarak düzenlenmiştir. Genel haksız tahrik halinden ayrıldığı nokta ise hâkime cezanın indirilmesinin yanı sıra, somut olayın özelliklerine göre ceza vermekten tamamen vazgeçme imkânının tanınmış olmasıdır. TCK m. 129/2 uyarınca , hakaret suçunun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi durumunda, kişiye ceza verilmemektedir. TCK m. 129/3 gereğince, hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi durumunda, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. Bu hüküm çerçevesinde karşılıklı hakaret şeklindeki cezasızlık sebebinin uygulama alanı bulabilmesi için belirli koşulların gerçeklemiş olması gerekir. Hakaret suçu ile korunan hukuki değer kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı ve diğer bireyler nezdindeki saygınlığıdır. Hakaret suçu kasten işlenebilir ve olası kastı da kapsamına almaktadır ve suç herhangi bir saik gerektirmemektedir. Hakaret suçunun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye yönelik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda göreceli olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref, ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Hakaret suçunda görevli mahkeme sulh ceza mahkemesidir. Ancak hakaret suçunda görevli mahkeme sulh ceza mahkemesi olmasına rağmen, bu suçun basın yoluyla işlenmesi durumunda asliye ceza mahkemesi görevli olacaktır. Hakaret suçu bakımından yetkili mahkemenin belirlenmesi için ilk önce suçun işlendiği yerin tespit edilmesi gereklidir.
HAKARET SUÇUNDA FAİL VE MAĞDURUN TESPİTİ
Hakaret suçu, fail bakımından bir özellik göstermemektedir. Hakaret suçu herkes tarafından işlenebilen bir suç tipidir ve cezai sorumluluk taşıyan herkes hakaret suçunun faili olabilir. Ancak “ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi” uyarınca tüzel kişiler hakaret suçunun faili değildir ancak mağduru olmalarına engel bir durum yoktur. Hakaret suçu basın yoluyla işlendiği takdirde suçun failinin kimler olduğu hususu 5187 sayılı Basın Kanununun 11. maddesine göre tespit edilmektedir.
5237 sayılı TCK’nın “hakaret suçu”nu düzenleyen 125. maddesinde de, “bir kimseye” ve “ bir kimsenin” denilmek suretiyle suçun mağdurunun herkesin olabileceği ifade edilmiştir. Kendisine hakaret edilen kişinin şeref duygusundan yoksun olması, bu fiilden etkilenmemesi suçun oluşumu üzerinde etkili değil dolayısıyla çocuklar ve akıl hastaları da, hakaret suçunun mağduru olabilir. Fakat ölümle birlikte hukuki anlamda kişilik de sona ereceğinden, ölmüş kişiler suçun mağduru olamazlar, bu sebeple ölmüş kişilere karşı hakaret suçunun işlenmesi mümkün değildir. Nitekim ölmüş kişilere yönelik tahkir fiilleri, TCK m.130 uyarınca kişinin hatırasına hakaret başlığı altında ayrı bir suç tipi olarak düzenlenmiştir. Doktrinde tüzel kişilerin mağdur olup olamayacağı hususu tartışmalıdır ancak kanaatimizce şeref kavramı yalnızca gerçek kişileri ilgilendirdiği için tüzel kişiler suçun mağduru olamazlar. TCK’nın “Mağdurun belirlenmesi” başlıklı 126. maddesinde “mağdurun belirliliği” ve “isnadın belirliliği” şeklinde iki husus düzenlenmiştir ve iki husus için de kanunun bağladığı sonuç aynıdır.
HAKARET SUÇU PARA CEZASI
Hakaret suçunun ortaya çıkmasına sebep olacak sözlerin tek tek kanunda sayılması imkansızdır. Hakaret suçunun meydana gelmesi için kişinin onur, şeref veya saygınlığını rencide edecek somut bir fiil veya olgu isnat edilmeli veya sövme yoluyla kişinin onur, şeref veya saygınlığına saldırılması gerekmektedir. Hakaret suçunda önemli olan kişiyi rencide eden, toplum içinde değersizleştiren fiillerin cezalandırılmasıdır.
Bir kimseye açık açık “şerefsiz”, “haysiyetsiz”, “geri zekalı”, “aptal”, “hayvan”, “müsvedde” vb. gibi sözler sarf etmenin hakaret suçunu oluşturacağı şüphesizdir. Kişiye isnat edilen somut olgu kişinin mevcut fiziksel veya psikolojik bir özelliğine karşı yapıldığında da hakaret suçunu oluşturur. Hakarete uğrayanın kişisel özellikleri dışında kalmak şartıyla kendisine isnat edilen fiil veya olgu ispatlanır ise hakaret suçu oluşmaz. Hakaret suçunu teşkil eden fiiller, sözle işlenebileceği gibi yazı, şekil, görüntü, el işareti veya mimiklerle de işlenebilir. Terbiyesiz, saygısız, riyakar, yalancı, lan, ulan gibi kaba ve nezaketsiz sözler ve davranışlar hakaret suçu oluşturmamaktadır. Olgusal bir gerçeği ifade eden sözler, beddua niteliğindeki sözler hakaret suçunu oluşturmaz. Beddua niteliğindeki sözler olduğundan Yargıtay tarafından hakaret suçu olarak kabul edilmemektedir. Dilekçe hakkı ve eleştiri, basının haber yayımlama hakkı, iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında söylenen söz ve yapılan davranışlar hakaret kapsamına girmemektedir. Kamuoyu tarafından yaptıkları işler nedeniyle bilinen, tanınan kişilere (futbolcu, sanatçı özellikle politikacı) yönelik eleştiriler, normal kişilere yöneltilen eleştirilerden daha sert ve ağır olabilir. Bu kişilerin normal kişilere göre eleştiriye daha açık olmaları ve eleştiriye tahammül etmeleri gerekir.
Basit hakaret suçunun cezası TCK m.125/1 uyarınca 3 aydan 2 yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır. Hakaret suçu için seçimlik ceza öngörüldüğü anlaşılmaktadır ve TCK m.50/2 uyarınca seçimlik cezalardan hapis tercih edilir ise, bu cezanın seçenek yaptırım olarak tekrar adlî para cezasına çevrilmesi mümkün değildir. Hakaret suçunun cezasının adli para cezası olması durumunda adli para cezası yıl olarak değil gün üzerinden belirlenmesi, artırım ve indirimin bunun üzerinden yapılarak ulaşılan miktarın bir gün için belirlenen miktarla çarpımı sonucu ceza verilmesi doğru olacaktır. Aynı şekilde temel gün sayısı belirlenirken suç tanımındaki hapis cezasının alt ve üst sınırı da dikkate alınmalıdır.
TCK m.125/3 uyarınca hakaretin kamu görevlisine karşı yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi, dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, işlenmesi halinde suçun nitelikli hali ortaya çıkacaktır. Hakaret suçunun TCK m.125/3’de sayılan nitelikli hallerinin ortaya çıkması cezanın alt sınırının belirlenmesinde etkili olacaktır. Suçun nitelikli halinde hakaret suçunun cezası 1 yıl ile 2 yıl arasındadır ve cezanın alt sınırının bir yıldan az olması mümkün değildir. TCK m.125/3’de adlî para cezasına hükmedilebileceği açıkça belirtilmemiştir dolayısıyla hâkim yalnızca hapis cezasına hükmedebilecektir. TCK m.125/4 uyarınca hakaret suçunun alenen işlenmesi suçun diğer nitelikli halini oluşturmaktadır. Eğer suç alenen işlenmişse verilecek ceza altıda bir oranında artırılacaktır. Hâkim somut olayda TCK m.61/1 uyarınca hakaretten dolayı temel cezayı belirlerken suçun aleni olarak işlenmiş olmasını değerlendirmeye almayacak, bu durumu nitelikli haller sırasında uygulayarak cezayı altıda bir oranında artıracak ve yalnızca hapis cezasına hükmedebilecektir.
HAKARET SUÇU ŞİKAYETE TABİİ Mİ?
Yargılamanın şikâyete tabi olması istisna bir durum olduğundan dolayı takibi şikâyete bağlı suçlar kanunda açıkça düzenlenmektedir. TCK m.131/1 uyarınca kamu görevlisine hakaret dışındaki basit hakaret suçunun ve diğer nitelikli hallerin soruşturma ve kovuşturmasında şikâyet takip şartı olarak aranmaktadır. TCK m. 73 uyarınca soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlarda şikâyet süresi altı ay olmakla birlikte eğer bu süre içerisinde şikâyette bulunulmaz ise soruşturma ve kovuşturma yapılamamaktadır. Zamanaşımı süresini geçmemek şartıyla bu süre fiilin ve failin bilinmesi ya da öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır. Dolayısıyla hakaret suçunun mağduru, fiili ve faili öğrendiği tarihten itibaren altı ay içinde şikâyette bulunmazsa suç soruşturulup kovuşturulmayacaktır. Ancak kamu görevlilerine görevinden dolayı işlenen hakaret suçları için cumhuriyet savcılığınca şikâyet aranmaksızın kamu adına re’sen soruşturma ve kovuşturma yapılacaktır. Şikâyet hakkı kişiye sıkı surette bağlı haklardan olması sebebiyle bizzat suçtan zarar gören kişi ya da kişilerce kullanılmalıdır. Mağdur ayırt etme gücünden yoksun küçük ya da kısıtlı ise şikâyet yasal temsilcisi tarafından yapılabilir. Şikâyet hakkı söz konusu özelliğinden ötürü mirasçılara geçmemektedir. Hakaret suçu açısından TCK m.131/2’de istisna getirilmiş ve bu madde uyarınca mağdurun “şikâyet etmeden önce ölmesi veya suçun ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmesi halinde şikâyet hakkının ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyuna, eşine veya kardeşlerine” ait olduğu anlaşılmaktadır. Fakat böyle bir durumda mağdurun suçu öğrendiği andan itibaren altı aylık sürede ölmüş olması ve yakınlarının da bu süre içerisinde şikâyet hakkını kullanması gerekir. Tersi bir durumda mağdur şikâyet hakkını süresinde kullanmaz ve altı aylık sürenin bitiminden sonra ölürse artık yakınları tarafından şikâyet hakkı kullanılamamaktadır. Şikâyet hakkı mağdurun belirli derecedeki yakınlarına tanınmıştır ve bu kişiler mağdurun ölmeden önce yapmış olduğu şikâyeti de geri alabilecek durumdadır.
HAKARET SUÇU UZLAŞMAYA TABİİ Mİ?
Uzlaştırma birçok gelişmiş ülkede uygulanmakta olan ve özünde onarıcı adalet düşüncesinin bulunduğu bir kavramdır. Uzlaştırma, suçtan etkilenen kişileri suçun geleceğe yönelik etkilerini nasıl giderecekleri hususunda konuyu çözmek amacıyla bir araya getiren bir süreçtir. Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenenler dışında hakaret suçlarının soruşturma ve kovuşturması şikâyete tabi olduğu için uzlaştırma hükümlerinin uygulanacağı CMK m.253 uyarınca açıktır. Uzlaştırma bir dava şartı olduğu için uzlaştırma süreci tamamlanmadan karar verilemez ancak her ne kadar hakaret uzlaştırmaya tabi bir suç olsa da bu kapsama girmeyen başka bir suç ile birlikte işlenmesi halinde uzlaştırma hükümleri uygulanmaz.
HAKARET SUÇU YARGITAY KARARLARI
1) Sanık, müştekiye nezaket dışı ve kaba bir şekilde söylemlerde bulunmuştur. İlk derece mahkemesi, kaba ve nezaketsiz konuşma şeklinin hakaret suçunu oluşturduğu yönünde karar verirken Yargıtay, bunun hakaret suçunu oluşturmadığından bahisle kararı bozmuştur. Eğer bir söylemde kişiyi küçük düşürücü, şeref ve haysiyetini zedeleyici ifadeler yoksa Yargıtay, o fiili hakaret olarak kabul etmemektedir. (Yargıtay 4. Ceza Dairesi- Esas: 2020/29971-Karar: 2021/1007)
2) Somut olayda sanık, soruşturma savcısına karşı “bu olayda sanık olarak cezalandırılmam isteniyor acaba sabıkalı olmam yapmadığım olayları yapmış gibi cezayı bana verip de vicdanen rahat olacağını mı düşünüyon tarafsız yargı diyorsunuz sizin tarafsız yargı dediğiniz buysa böyle tarafsız yargının ………., böyle uygulanmasına veya uygulayana bende noktayı koydum. İfademi alan mahkemeye suçsuz olduğumu kanıtlayacağım, bu kararda gözünüze girsin” şeklinde söylemlerde bulunmuş ve ilk derece mahkemesi faile hakaret suçundan hüküm kurmuş ancak Yargıtay burada hakaret suçunun unsurları oluşmadığından katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığından bahisle kararı bozmuştur. (Yargıtay 4. Ceza Dairesi- Esas: 2014/5888-Karar:2014/33320)
3) Fail mağdura karşı “senin hayatının …. koyacağım. Bu yaptığın son yanlışlar, bekle beni her an arkanda olabilirim, o kelimeleri seçerek kullanmayı öğreteceğim ben sana” şeklinde mesaj atmıştır. Mağdur şikayetçi olmuştur ve ilk derece mahkemesi hem hakaret hem de tehdit suçundan hüküm kurmuştur ancak Yargıtay, temyiz incelemesi sonunda, sadece tehditten hüküm kurulması gerekmesinden bahisle kararı bozmuştur.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
3 Kasım 2021
Rüşvet Suçu
RÜŞVET SUÇU
RÜŞVET SUÇUNUN UNSURLARI
Rüşvet suçu TCK’nın ikinci kitabının dördüncü kısmının “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine Ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı birinci bölümünde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 252 ve 254. Maddeleri arasında düzenlenmiştir. Rüşvet suçunun unsurları maddi unsurlar ve manevi unsurlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Fiil, netice, illiyet bağı, fail, mağdur, suçun konusu ve suçun nitelikli halleri rüşvet suçunun maddi unsurlarıdır. Kast sorumluluğu ise rüşvet suçunun manevi unsurudur. Rüşvet suçu bir görev suçudur. Dolayısıyla ilk olarak menfaat sağlayan kamu görevlisinin görev alanının tespit edilmesi daha sonra kamu görevlisinin görevli olduğu iş sebebiyle hukuka aykırı bir davranış gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesi gerekir.Rüşvet suçunda kamu görevlisinin görev ve yetkisine giren bir iş ya da fiilin bulunmasının önem taşıması sebebiyle yalnızca menfaat sağlanması ya da anlaşma yapılması sorumluluğun ortaya çıkması için yeterli olmayacaktır. Rüşvet suçu TCK m.252’de birden çok failin olduğu aynı ve tek suç olarak düzenlenmektedir. Suçun hareketleri rüşvet almak ve rüşvet vermek şeklinde olup hareketler yapısal olarak birbirine bağlıdır. TCK m.252/3 uyarınca rüşvet konusunda anlaşma yapılması tam ceza sorumluluğu bakımından yeterlidir fakat bu rüşvet suçunun tamamlanması anlamına gelmemektedir. Rüşvet suçu tarafların iradelerinin uyuşmasıyla ortaya çıkan ve bazı unsurları içeren rüşvet anlaşmasından doğmaktadır. Görev kapsamında yapılacak iş ve sağlanacak haksız menfaat rüşvet anlaşmasında unsur olarak bulunmalı ve unsurların arasında da illiyet bağı bulunmalıdır. Rüşvet suçunun tamamlanması ile kamu görevlisinin ifa edeceği görev arasında, rüşvet konusu yararın sağlanması ya da vaad edilmesiyle yapılması veya yapılmaması gereken iş arasında illiyet bağının bulunması gerekir. Rüşvet suçunda ortada tek rüşvet suçu olsa bile rüşvet veren ve rüşvet alan olmak üzere iki fail bulunmaktadır. Rüşvet suçunda TCK m.252/1 uyarınca kamu görevlisine ya da göstereceği üçüncü kişiye “menfaat sağlayan kişi” rüşvet veren fail olabilir. TCK m.252/2 uyarınca suçun faili sadece kamu görevlisi olabilmektedir dolayısıyla rüşvet suçu kamu görevlisi bakımından özgü bir suçtur. TCK m.252/8 uyarınca rüşvet suçunun faili maddede belirtilen tüzel kişiler adına hareket eden kimsedir. TCK m.252/9 uyarınca yabancı kamu görevlileri, uluslararası örgüt ve mahkemelerin temsilcileri rüşvet alan sıfatıyla suçun failidir. Rüşvet suçunun mağduru çoğunluğun görüşüne göre toplumu oluşturan herkestir, kamu idaresi suçtan zarar görendir ve rüşvet veren kişi suçun mağduru ya da zarar göreni olamaz. TCK m.252 uyarınca rüşvet suçunun hukuki konusu devletin sahip olduğu menfaattir. Bir diğer ifadeyle kamu görevlisini ekonomik açıdan iyileştiren her türlü maddi değer suçun konusu olabilir. Rüşvet suçu için TCK’da nitelikli unsur olarak cezayı azaltan hallere yer verilmemiştir ancak cezayı artıran haller düzenlenmiştir. TCK m.252/7 uyarınca rüşvet alanın veya talebinde bulunan ya da bu konuda anlaşmaya varan kişinin; yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması halinde, verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır. Son olarak suçun taraflarının, görevin ifasıyla ilgili belli işin yapılması veya yapılmaması için karşılıklı menfaat sağlama konusunda bilerek isteyerek anlaşmaları rüşvet suçunda manevi unsur olan kastı oluşturmaktadır ve rüşvet suçu sadece kastla işlenebilen bir suç tipidir. Rüşvet suçu için genel kast yeterlidir ve söz konusu kast doğrudan olabileceği gibi olası kast şeklinde de olabilir.
RÜŞVET SUÇU YARGITAY KARARLARI
Rüşvet suçunda görevin ifasıyla ilgili bir iş için karşılıklı anlaşmaya dayalı olarak menfaat sağlanmakta dolayısıyla kamu görevlisine, ilerde düşebilecek bir iş için önceden menfaat sağlanması durumunda rüşvet suçu ortaya çıkmaz. Yargıtay 5. CD, T. 18.06.2015, E. 2013/9757, K. 2015/12729 sayılı kararında kamu görevlisine karşı ileride işi düşebileceğini öngörüp önceden menfaat sağlamak için yapılan fiillerin rüşvet suçunu oluşturmadığını bu gibi durumların kamu görevlisine hakaret suçunu oluşturduğunu belirtmiştir.
Yargıtay CGK, T. 08.06.2004, E. 2004/5-78, K. 2004/135 sayılı kararında rüşvet suçunun, menfaatin kamu görevlisinin bilgisi dahilinde, başka bir kimseye sağlanması halinde de oluşabileceğini belirtmiştir. “Somut olayda 1996 yılı yatırım planına dahil olan ve B… Özel İdaresi’ne ait olacak çok katlı otopark yapımı işi, sanık Vali’nin çabaları doğrultusunda 26.10.1995 günlü İl Daimi Encümeni toplantısında 1995 yılına kaydırılarak ek yatırım kapsamına alınmış ve 14.11.1995 tarihinde ihalenin yapılması kararlaştırılmıştır. Bu ihale öncesinde sanık Vali’nin, ihaleye davet edilen müteahhitlerden tanık H.İ. ile birlikte Ankara’ya gittikleri ve adı geçen tarafından parası ödenerek satın alınan Mercedes marka aracın 07.11.1995 tarihinde sanığın eşi Z.S. adına tescil ettirildiği sabittir…Sanığın kaçamaklı savunmaları, tanık beyanları, B…İl Daimi Encümeni’nin toplantı tutanak örnekleri, araç alım-satımına ilişkin sözleşmenin örnekleri ve tüm dosya kapsamı ile rüşvet alma eylemi sabit olup, Özel Dairece sanığın rüşvet alma suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi isabetlidir.”
Yargıtay CGK, T. 08.06.2004, E. 2004/5-78, K. 2004/135 sayılı karar uyarınca kamu görevlisinin eşine otomobil alınması, Yargıtay 5. CD, T. 24.10.1996, E. 3004, K. 3611 sayılı karar uyarınca kamu görevlisinin çocuğuna giysi alınması, Yargıtay 5. CD, T. 12.11.2018, E. 2014/4185, K. 2018/8818 sayılı karar uyarınca baklava ve kuruyemiş alınması, Yargıtay 5. CD, T. 09.01.2013, E. 13164, K. 82 sayılı karar uyarınca cinsel ilişki için kadın temin edilmesi, Yargıtay 5. CD, T. 13.04.2001, E. 5233, K. 2365 sayılı karar uyarınca 10 Dolar para alınması, Yargıtay 5. CD, T. 08.06.2006, E. 3680, K. 5083 sayılı karar uyarınca telefon hafıza kartı alınması, rüşvet alma fiili olarak belirtilmiştir.
TCK m. 252/7’de rüşvet alan kamu görevlisinin görevinden kaynaklanan bir nitelikli hal düzenlenmiştir. Rüşvet veren ve rüşvet suçuna iştirak eden kişiler hakkında TCK m.252/7’nin uygulanıp uygulanmayacağı hususu, öğretide tartışmalıdır ancak Yargıtay 5. CD, T. 18.06.2015, E. 2013/9757, K. 2015/12729 sayılı kararında TCK m.252/7’de rüşvet alan failin kişisel özellikleri göz önüne alınarak düzenleme yapıldığını, rüşvet veren fail ile alakalı herhangi bir ifade kullanılmadığını; bu sebepten dolayı nitelikli halin rüşvet veren ve rüşvet suçuna iştirak eden diğer kişiler hakkında uygulanamayacağını belirtmiştir.
Yargıtay 5. CD, T. 16.06.1983, E. 1983/2216, K. 1983/2349 sayılı kararında haksız yere karakola götürülmesini önlemek için rüşvet vermek isteyen kişide rüşvet verme kastı olmadığını belirtmiştir. Yargıtay 5. CD, T. 25.05.1982, E. 1982/1624, K. 1982/1936 sayılı kararında evinde arama yapan polis memurlarına kötü bir muameleye maruz kalmamak için çay parası adı altında para vermek isteyen kişinin, hangi amaçla hareket ettiğinin açıklığa kavuşturulması ve suç kastı bulunup bulunmadığının tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla bu kararlar uyarınca Yargıtay’ın, görevin ifasıyla ilgili bir işin yapılması veya yapılmaması karşılığında olduğunu bilmeden menfaat sağlayan kamu görevlisi veya ona menfaat sağlayan kişinin, rüşvet suçunu işlemediğini belirttiği ve suçun oluşumu için kastın gerekliliğine dikkat çektiği anlaşılmaktadır.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
3 Kasım 2021
Görevi Kötüye Kullanma Suçu
Görevi Kötüye Kullanma Suçu (Türk Ceza Kanunu Madde 257)
Görevi kötüye kullanma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu İdaresi’nin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlığı altında 257. maddede düzenlenmiştir. TCK m. 257/1 uyarınca icrai şekilde görevi kötüye kullanma; 257/2 uyarınca ise ihmali şekilde görevi kötüye kullanma suçu düzenlenmektedir. Görevi kötüye kullanma suçu genel, tali ve tamamlayıcı bir suçtur. Görevi kötüye kullanma suçu ile birlikte korunan hukuki değer, kamu idaresindeki işleyişin düzenli ve etkili bir şekilde devamının sağlanmasıyla devlet düzeninin korunmasıdır. Bununla birlikte kamu hizmetinden yararlananların da menfaatlerinin ve devlete olan güvenlerinin korunması istenmiştir. 5237 Sayılı TCK’ da memur ve kamu hizmetlisi kavramları bulunmamaktadır. 765 Sayılı TCK’ da kamu görevlisinin kim olduğu TCK m. 6/1-c uyarınca kamu görevlisi, devletle istihdam ilişkisi olup olmadığına bakılmaksızın kamusal faaliyetin yürütülmesine katılan kişidir. Yine kamu iktisadi teşebbüsleri ve kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri personellerini Yargıtay 5. CD., 2007/7962 E., 2007/6671 K. sayılı kararında kamu görevlisi olarak kabul etmiştir. Görevi kötüye kullanma suçunun faili, kamu görevlisi ya da özel yasası gereğince kamu görevlisi gibi cezalandırılacağı öngörülen kimselerdir. Yargıtay 5. CD. 2013/5334 E. ve 2013/4360 K. sayılı kararında görevi kötüye kullanma suçunun özgü suç olduğunu ve failinin kamu görevlisi olmak zorunda olduğunu belirterek, babasına vasi atanan failin üstlendiği özel vesayet görevinin kamusal nitelik taşımadığından kamu görevlisi sayılamayacağına hükmetmiş ve fail hakkındaki beraat kararını onamıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 12/04/2011 tarihli, 2010/9258 E., 2011/46 K. sayılı kararında 5237 sayılı TCK m.6/1-c’de kamu görevlisi tanımında yer alan “katılan kişi” ibaresiyle madde gerekçesinde bulunan “kamusal faaliyet” açılımından hareketle, bir kimsenin ceza kanunu uygulamasında “kamu görevlisi”, yapılan faaliyetin de “kamusal faaliyet” kabul edilebilmesi için kamu adına yürütülen bir hizmetin bulunması, bunun da Anayasa ve kanunlarla belirlenmiş usullere göre verilmiş bir siyasal karara dayalı olması ve buna ek olarak faaliyetin kamuya ait güç ve yetkilerin kullanılması amacıyla gerçekleştirilmesi gerektiğini açıklayarak tanımın sınırlarını belirlemiştir. Görevi kötüye kullanma suçunun mağduru ise birey ve kamu idaresidir bununla birlikte tüzel kişiler veya Devlet mağdur konumunda ise suçtan zarar gören olarak kabul edilir. Kamu görevlisi, görevinin gerektirdiklerine aykırı davranır veya ihmalde bulunur ise ve bu durum mağduriyete veya kamunun zararına sebebiyet verirse ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanırsa fail cezalandırılacaktır. Doktrinde fikir ayrılıkları bulunsa bile, Yargıtay kararları neticesinde uygulamada neticenin gerçekleşmemesi halinde görevi kötüye kullanma suçunun oluşmadığı kabul edilmektedir. Objektif cezalandırılabilme şartı olarak görülen neticelerden hepsinin birlikte gerçekleşmesi aranmamaktadır. Yalnızca birinin gerçekleşmesi suçun oluşumu için yeterlidir. Görevi kötüye kullanma suçu zarar suçudur, kasten işlenir ve seçimlik hareketli suçlardandır. Soruşturma izni alınarak yargılama yapılmaktadır. Görevi kötüye kullanma suçu, “genel ve tamamlayıcı” bir suçtur dolayısıyla diğer suçlarla ilişkisi bakımından özellik arz eder. Görevi kötüye kullanma suçunun kovuşturması genel hükümlerden farklı olarak görevi kötüye kullandığı iddia edilen kamu görevlisi hakkında, yürürlükte bulunan 4483 Sayılı Memur ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanun uyarınca kovuşturma yapılmaktadır.
YARGITAY KARARLARI
İcrai Hareketle Görevi Kötüye Kullanma (TCK m. 257/1)
TCK m.257/1 gereğince yapılması yasaklandığı halde bir hareket yapılmışsa buna icrai hareket, bu hareketle işlenen suçlara da icrai hareketle işlenen suçlar denilir. İcrai şekilde görevi kötüye kullanma suçunun cezası 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasıdır. Suçun oluşabilmesi için görev ve yetki bulunmalıdır çünkü görevi kötüye kullanma suçunda kamu görevlisi tarafından kötüye kullanılan şey aslında ona tanınan yetkidir. YCGK, 26.02.2013 T., 2012/4-425 E. ve 2013/67 K. sayılı kararında bu suçun oluşması için gerekli olan ilk şart, kamu görevlisi olan failin yaptığı işle ilgili olarak kanun veya diğer idari düzenlemelerden doğan bir görevinin olması ve bu görevi dolayısıyla yetkili bulunmasıdır diyerek bu gereklilikten bahsetmektedir. Bir kimse kamu görevlisi olmasına karşın o işle ilgili görevi ve yetkisi yok ise, başka bir suçu oluşturmayan hukuka aykırı davranışı disiplin cezasını gerektirebilirse de, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmayacaktır. Çünkü, hukuken sahip olunmayan bir yetkinin kötüye kullanılamayacağına hükmetmiştir
Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Denetleme Büro Amirliğinde görevli olan sanığın hacizli olması nedeniyle devir ve tescilinin sakıncalı olduğunu belirten belge bulunmasına karşın araç tescil işlemi yapması biçimindeki icrai eylemin TCK’nın 240. Maddesine uyduğu gözetilmeden yasal olmayan yetersiz gerekçe ile beraatine karar verilmesi, yasaya aykırıdır. (Yargıtay, CD., 15.02.2005 tarihli 2005/11916 E. ve 2005/1065 K. sayılı kararı.)
İhmali Hareketle Görevi Kötüye Kullanma (TCK m.257/2)
Kamu görevlisinin görevi kapsamında yapmak zorunda olmadığı bir işi ihmal etmesi, TCK m. 257/2 gereğince suç oluşturmamaktadır. TCK m. 257/2 uyarınca bu suç, görevi ihmal veya geciktirme şeklinde işlenmesi sebebiyle, seçimlik davranışlı suçlar arasında bulunmaktadır. Görevi ihmal, kamu görevlisinin görevi ve yetkisi içinde bulunan, yapmakla görevli olduğu bir işi yapmaması veya yaparken gerekli özen ve dikkati göstermemesi anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle kamu görevlisinin, gerekli olan tüm şartların bulunmasına rağmen görev gereği işi yapmaması, görevi ihmal ettiği anlamına gelmektedir. İhmali şekilde görevi kötüye kullanma suçunun cezası 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezasıdır.
YCGK., E., 2007/4-201 ve K. 2008/67, T. 29.01.2008 sayılı kararında, köy muhtarının hazineye ait taşınmazları koruma açısından görev ve sorumluluğa sahip olmadığından, devlet kurumlarının bazı taşınmazlarına verilen zararları önlememesinin, görevin gereklerini ihmal veya geciktirme suçuna vücut vermeyeceği görüşündedir.
Gerçekleştirilen Fiilin Görev Alanına Girmesi
Kamu görevlisinin görevi kötüye kullanma suçu bakımın fail olabilmesi için ilk olarak görevi ile ilgili olan bir konuda tasarrufta bulunmuş olması gerekir bu sebeple kamu görevlisinin görevli olup olmadığının tespiti çok önemlidir.
“Dosyanın tüm ekleriyle birlikte inşaat, yıkım ve iş makineleri konularında uzman iki teknik bilirkişi ve bir emekli Sayıştay uzman denetçisinden oluşturulacak üç kişilik bilirkişi heyetine tevdii ile suça konu dönemde ruhsatsız binaların yıkım isi için yapılan ve fakat katılan olmaması nedeniyle iptal edilen ihalelerin objektif olarak amaçlanan isleri yaptırmaya elverişli olup olmadıkları, ihale süreçlerinde teklif vermeyi engelleyen veya zorlaştıran idari veya teknik bir usulsüzlük bulunup bulunmadığı, belediyenin makine parkı ve personel durumu itibariyle amaçlanan yıkım işlerini bizzat gerçekleştirme yeterliliğine sahip olup olmadığı hususlarında rapor alınması ve sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik soruşturmayla mahkumiyet hükümleri kurulması bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay, 5. CD. 03.03.2015 tarihli 2014/7816 E. ve 2015/7751 K. sayılı kararı. )
Yargıtay 5. CD., E.2014/13543, K.2015/1283, T. 11.02.2015 sayılı kararında, kamu görevlisi failin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi veya ihmali sabit olmasına rağmen kamu zararı veya kişi mağduriyeti yoksa ve kişilere haksız bir menfaat sağlanmamış ise objektif cezalandırılabilme şartının gerçekleşmemesi sebebiyle, kamu görevlisi fail hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine hükmetmiştir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.