7 Aralık 2021
Cinsel İstismar Suçunda Mağdur Beyanı
Cinsel İstismar Suçunda Mağdur Beyanı
Mağdur hakları, “mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlığı altında Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 234. maddesinde düzenlenmiştir. CMK m.234 uyarınca soruşturma ve kovuşturma aşamasında sahip olunan haklar olmak üzere muhakemenin aşamalarına göre iki farklı şekilde düzenlenmiştir.
Cumhuriyet savcısı, kolluktan cinsel istismara ilişkin şikayet veya ihbar haberi aldığında, kolluktan şikayetçinin beyanının alınmasını isteyecektir. Delillere en kısa zamanda ulaşabilmek adına, şikayetçinin, beyanının ardından Cumhuriyet Başsavcılığı’na getirilmesi gerekir ve çoğu zaman sadece kolluğun aldığı ifade ile yetinilmez, savcı tarafından da ifade alınır ve öyle diğer işlemler yürütülür.
Bir suçun mağduru aynı zamanda suçun tanığıdır ve tanık beyanı, ceza muhakemesinde, gerçeğin araştırılması ve hükmün verilmesinde son derece önemli delil kaynaklarındandır.
Mağdur çocuğun tanık sıfatıyla dinlenmesi konusu, CMK m. 236 hükmü uyarınca yürütülür. Kanun gereğince, mağdurlar tanık sıfatıyla dinlenebilecek fakat uyuşmazlığın tarafı olduklarından, yeminsiz olarak dinleneceklerdir. Mağdur ve şikâyetçinin beyanı, bu sebepten ötürü tanık beyanı olmayıp, şüpheli veya sanıktan başka taraf beyanıdır.
CMK m. 236/3 uyarınca mağdur çocukların tanık olarak dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişinin bulundurulması ve bu kişinin mağdurun beyanlarına ilişkin görüşü de alınarak sonuca varılması gerekir. Fakat Yargıtay inceleme yaptığı sırada mağdur 18 yaşını tamamlamışsa, uzman kişilerin varlığı ikinci dinlemede işlevsiz olacağından yerel mahkeme kararının bozulmasına gerek olmadığına hükmetmektedir.
- CD vermiş olduğu bir kararında “mağdur çocuğun beyanının, tek başına hükme esas alınmadığı hallerde, çocuğun psikolojisinin yeniden dinlemede daha da bozulabileceği” gerekçesiyle, ifade alınması sırasında uzman kişinin yokluğunu bozma sebebi saymamıştır.
Görevlendirilen uzman, çocuğun yanında bulunmakla, çocuğun hakları ve yargılama süreci hakkında anlayabileceği bir dilde çocuğu bilgilendirmekle, sürece hazırlamakla, çocuğun gelişim düzeyine uygun olarak beyanının alınmasını sağlamakla ve çocuğun korunma ihtiyacını fark etmekle yükümlü olduğu için çocuk dinlenmeden önce, uzmanın çocukla sağlıklı bir iletişim kurması amacıyla uygun ortam ve imkanlar sağlanmalıdır.
Yargıtay kararları uyarınca cinsel istismar suçunda 5-10 yıl sonra dahi şikayetçi olabilmek mümkündür. Yargıtay kararları uyarınca mağdurun olayı anlatım şekli ve hikayesi, hayatın olağan akışına uygun olmalıdır. Mağdurun beyanı uyumlu, samimi, ısrarlı ve herhangi bir tereddüde yer vermeyecek biçimde açık ve anlaşılır olmalıdır. Yargıtay kararları gereğince mağdurun beyanı çelişkiler içeriyor ve hayatın olağan akışına aykırı ise bu beyanlara itibar edilemez. Mağdur beyanı somut nitelikte olmalı ve teknik delillerle çelişmemelidir.
Yargıtay kararları uyarınca mağdur ve fail arasında geçmişte husumet bulunuyorsa mağdurun cinsel istismara uğradığına ilişkin beyanı ispat için yeterli kabul edilmemektedir. Yine cinsel istismar suçunda mağdurun anlattıklarına şahit olan kişilerin beyanı ve mağdurun beyanı uyuşuyor ise bu ispat açısından önemlidir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
Cinsel İstismar Suçu Nedir?
Cinsel İstismar Suçu Nedir?
Cinsel istismar, cinsel özgürlük, cinsel davranış ve cinsel suç kavramları ile bağlantılı olmakla birlikte cinsel istismar, çocuğun rızası dışında fiziksel güç kullanımı, tehdit, korku, hile ve kandırma şeklindeki zorlamalarla ya da rızası olsa bile yaş küçüklüğü, akıl hastalığı vb. nedenlerden ötürü rızası kabul edilmeyerek, cinsel doyum elde etme amacı taşıyan bir davranışa maruz bırakılmasıdır. Cinsel istismar kavramında eylemlerin şiddet içerikli olması zorunlu değildir.
Cinsel istismar, diğer istismar türlerinden sıklığı ve karmaşıklığı bakımından diğer istismar türlerinden ayrılmaktadır. Fail tarafından direkt veya dolaylı olarak çocuğa yapılan cinsel teklifler, cinsel yollu bakışlar, cinsel şakalaşmalar, davet edici mesajlar gönderme, çocuklarla olması uygun olmayan duygusal ve cinsel bağlanmalar, kışkırtıcı davranışlar, cinsel içerikli bir dil kullanma, çocuğa cinsellik içeren isim takma, cinsel içerikli şakalar ve çocuklara pornografik ve erotik resimler ve filmler gösterme ya da beraber seyretme de cinsel istismarın farklı türlerine örnek olarak verilebilir.
Cinsel istismar, Türk Ceza Kanunu’nda açıkça ve ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olup, TCK’da cinsel istismarın tanımı, cinsel saldırı suçunun düzenlendiği 102. maddede bulunmaktadır. TCK m.102 uyarınca cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığının ihlâl edilmesi cinsel istismar suçunu oluşturacaktır.
Cinsel istismarın toplumda oluşturduğu hassasiyet, suç oranının yüksekliği ve cezaların yetersiz kaldığı düşüncelerinin etkisi ile 18 Haziran 2014 tarihli 6545 sayılı TCK ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile cinsel suçlarda önemli değişikliklere gidilerek cezalar arttırılmıştır. Bir kısım hükümler değiştirilmiş ve kanunun ilk hâlinde olmayan sarkıntılık fiili hem cinsel saldırı hem de cinsel istismar suçuna eklenmiştir.
Cinsel İstismar Suçu TCK M.103
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren TCK’da cinsel istismar suçu, “Kişilere Karşı Suçlar” kısmında “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” bölümünde 103. maddede düzenlenmiştir.
Eski TCK’da suçun temel şekli, nitelikli hâlleri ve neticesi sebebi ile ağırlaştırılmış hâli farklı maddelerde düzenlenmiştir. Yeni TCK’da cinsel istismar suçu tek bir maddede düzenlenmiş olup mülga kanunda altı madde içinde düzenlenen cinsel suçları, yeni kanunda dört maddede düzenlenmiş ve birçok suç bir maddede birleştirilmiştir.
TCK md. 103/1 uyarınca cinsel istismar suçunun basit hâli düzenlenmiştir.TCK m.103/1 uyarınca cinsel istismar suçunun basit hali sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasıdır.
TCK md. 103/2 uyarınca cinsel istismar suçunun nitelikli hâli düzenlenmiştir. TCK m.103/2 uyarınca “Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklinde öngörülen hüküm, 6545 sayılı Kanun ile failin onaltı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezası ile cezalandırılacağı şeklinde düzenlenmiştir. Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek cezanın on sekiz yıldan az olamayacağına ilişkin hüküm, 24.11.2016 T. ve 6763 Sayılı kanun ile getirilmiştir.
6545 sayılı Kanunla suçun nitelikli halleri daha kapsamlı olarak düzenlenmiştir. Buna göre; Suçun;
- a) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
- b) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
- c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş veya evlat edinen tarafından,
- d) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
- e) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle bu husus düzenlenerek; 15-18 yaş arasında olup da fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmiş olan çocukların cinsel istismarından söz edebilmek için cebir ve tehdide dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların söz konusu olması gereklidir. Çocuklara karşı işlenen cinsel istismar suçunda cebir ve tehdit suçun unsuru olduğu için, bu çocuklara karşı sadece silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilen cinsel istismar halinde verilecek cezanın yarı oranında artırılması öngörülmüştür.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
Ceza Yargılamasında Hakimin Reddi Ve Yasaklılığı
CEZA YARGILAMASINDA HAKİMİN REDDİ VE YASAKLILIĞI
Hâkim görevini icra ederken taraflara eşit mesafede ve adil davranmalıdır. Hâkimin yargılama esnasında taraflardan birine karşı ayrıcalıklı davranma ihtimali bile toplumdaki adalet duygusunu zedeleyecektir. Dolayısıyla adaletin sağlanabilmesi ve tarafsız bir yargılamanın yapılabilmesi için hâkimlerin baskı ve etkilerden korunması gereklidir.
Hâkimin davaya bakması durumunda tarafsızlığını objektif olarak beklemenin mümkün olmadığı bazı durumlar mevcuttur. Bu durumların varlığı halinde hâkimi davaya bakmak zorunda bırakmanın, hem hâkim hem taraflar ve en önemlisi adaletin sağlanmasında yargıya duyulan güven bakımından tehlikeli olacağı kabul edilmektedir.
Hâkimin dürüstlüğü ortada olsa dahi tarafsız olmasının mümkün olamayacağı nedenlerin bulunması durumunda kanun koyucu hâkimin tarafsız olamayacağını kesin olarak kabul etmektedir.. Buna ek olarak hâkim tarafsız olamayacağından adil bir yargılama yapılamayacağını karine olarak kabul etmektedir.
Ceza muhakemesi yargılama faaliyeti esnasında izlenecek yöntem ve kuralları içermektedir. Ceza muhakemesinde, hâkimlik statüsü ile bağdaşmayacak, bu yasaklılık hallerinin bulunması durumunda, hâkimin duygu ve düşüncelerini davaya karıştırması ihtimalinin fazla olması nedeni ile davaya mutlak olarak bakamayacağı kabul edilmektedir.
HAKİMİN YASAKLILIĞI
Hâkimin davaya bakamayacağı haller kanunda sınırlı sayıda (numerus clausus) belirlenmiştir. Dolayısıyla düzenlemenin dar yorumlanması ve kıyas yolu ile genişletilmemesi gerektiği doktrinde ve uygulamada kabul edilmektedir.
Kanunda belirlenen hâkimin davaya bakamayacağı hallerin varlığında, yalnızca bu hallerin varlığının tespiti yeterlidir. Hâkimin bu davaya ilişkin olarak tarafsız olup olmayacağına ilişkin ayrıca bir araştırma yapılamayacaktır.
Tarafların hâkimin reddini talep etmemiş olmaları veya hâkimin bizzat kendisinin davadan çekinmemiş olsa bile hâkimin o davaya bakmasına imkân vermez. Bununla birlikte kanun koyucu bu durumlarda hâkimin kesin olarak davaya bakamayacağını kabul etmiş ayrıca bu durumu kesin hukuka aykırılık unsuru olarak kabul etmiştir.
Kanunda hâkimi reddedilebileceği gösterilen kişilerin rızası olsa da hâkim yasaklılık hallerinin varlığında o davaya bakamaz. CMK m. 22’de hâkimin davaya bakamayacağı haller;
“(1) Hâkim;
a) Suçtan kendisi zarar görmüşse,
- b) Sonradan kalksa bile şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlilik, vesayet veya kayyımlık ilişkisi bulunmuşsa,
- c) Şüpheli, sanık veya mağdurun kan veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyundan biri ise,
- d) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlât edinme bağlantısı varsa,
e) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında üçüncü derece dâhil kan hısımlığı varsa, - f) Evlilik sona ermiş olsa bile, şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında ikinci derece dâhil kayın hısımlığı varsa,
- g) Aynı davada Cumhuriyet savcılığı, adlî kolluk görevi, şüpheli veya sanık müdafiliği veya mağdur vekilliği yapmışsa,
- h) Aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmişse, Hâkimlik görevini yapamaz.”
HAKİMİN REDDİ SEBEPLERİ
Hâkimin davaya bakarken tarafsız olamayacağına ilişkin şüphe yaratan ya da davaya bakmaktan ve yargılamaya katılmaktan yasaklı olduğu hallerin bulunması durumunda kanunda yetkili kılınan kişiler hâkimin reddini talep edebilirler ve bu sayede o davaya bakmasını engelleyebilirler. Kişilerin kendisini yargılayan hâkimin tarafsızlığından şüphe duyduğu hallerde onu reddedebilmesi hakkaniyete de uygun olup teminat niteliğindedir.
HAKİMİN REDDİNİ KİMLER İSTEYEBİLİR?
CMK m.24’de hâkimin reddini talep edebilecek kişiler düzenlenmiş olup bu madde uyarınca; Cumhuriyet savcısı, şüpheli veya sanık veya bunların müdafii, katılan veya vekili hâkimin reddi talebinde bulunabilecek kişilerdir.
Avukatın hâkimin reddini talep edebilmesi için ceza muhakemesinde, hukuk muhakemesinden farklı olarak, vekâletnamesinde bu talepte bulunabilmesi için özel bir yetki verilmiş olması gerekmemektedir.
Kanun koyucu “şüpheli”nin de hâkimin reddi talebinde bulunacağını düzenlemesi, soruşturma aşamasında karar veren hâkimin de -şartları var ise- reddinin talep edilebileceğini göstermektedir. Bu durumda tutuklama talebine ilişkin karar verecek hâkimin de reddinin talep edilebilmesi mümkündür.
CMK m. 24/2 uyarınca katılan veya vekili hâkimi reddetme yetkisine sahiptir. Bu durumda mağdurun veya suçtan zarar görenin hâkimin reddini talep edebilmesi için öncelikle açılmış bir davaya katılma talebi ve bu talebin de mahkemede kabul edilmesi gerekmektedir. Buna ek olarak soruşturma aşamasında şüpheliye hâkimi reddetme hakkı tanınmıştır ancak mağdur veya suçtan zarar gören kişiye dava açılmadan önce hâkimi reddetme hakkı tanınmamıştır.
HAKİMİN REDDİ KARARININ İSTİNAFI
Ceza muhakemesinde, hükme karşı başvurulabilecek kanun yolları düzenlenmiş olup, ara kararlara karşı kanun yolları incelendiğinde, bazılarına karşı itiraz yolu düzenlenmişken, bazılarına ise son karar ile birlikte istinaf ve temyiz yoluna başvurma hakkı tanınmıştır. Bununla birlikte bazı ara kararlara karşı ise tüm kanun yolları kapalıdır.
Hükmün istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmesi halinde ise CMK m.309/4 uyarınca kanun yararına bozma sebepleri yönünden değerlendirme yapıldığında b bendinde yer alan “Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin” nedenlere dayanılabilir.
HAKİMİN REDDİ YARGITAY KARARLARI
Yargıtay 7 CD 28.06.2006 T. 2006/1464E, 2006/13086 K. sayılı kararında “Sümerbank davasında tesis edilen hükmün gerekçesinde, TMSF ile yapılan anlaşmanın suçun tevil yollu ikrarı anlamına geldiğinin kabul edilmiş bulunmasının, kendilerinin de TMSF ile benzer bir anlaşma yapmış olmaları nedeniyle, bu hususun kendileri için verilecek kararda ihsası rey anlamına geleceğini belirtip, tüm bu gerekçelere ilişkin delillerini de ibraz edip, CMK.nun 29, 298/c ve 31/son maddelerinin uygulanmasını talep ederek mahkeme heyeti hakkında reddi hâkim talebinde bulundukları cihetle, talebin davayı uzatmaya matuf olduğu da açıkça anlaşılamadığı halde, CMK.nun 27/2.maddesinde belirtilen ret prosedürü işletilerek bir karar alınmak üzere dosyanın merciine gönderilmesi gerekirken, talebin davayı uzatmaya matuf olduğu gerekçesiyle CMK.nun 31/1-b-c maddeleri uyarınca reddi hâkim talebinin geri çevrilmesine hükmolunması” bozma gerekçesi olarak gösterilmiştir.
YCGK 26.09.2017T. 2017/956 E, 2017/370 K. sayılı kararında “ ….Bunun üzerine 20.04.2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M. Ö.’e odasında teslim edildiği, sanık M Ö.’in reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık M. B.’i tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 24.04.2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık M. B.’in de 25.04.2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar….” Somut olayda 63 sanık tarafından İstanbul’da bulunan sulh ceza hâkimlerinin tamamının reddi talep edilmiştir. Fakat red talebi elden muhabere nöbetçisi olan Asliye Ceza Mahkemesi hâkimine verilmiştir. Asliye ceza mahkemesi hâkimi sulh ceza mahkemelerinin tutuklamalardan önce sosyal medyaya bilgi vermesi, yürütme erkinin sulh ceza mahkemelerine ilişkin beyanları, tutuklamaya ilişkin kararların gerekçelerinde benzer şablonların kullanılmasını gerekçe göstererek, İstanbul’da bulunan tüm sulh ceza hâkimlerinin reddi talebinin kabulüne karar vererek, işbu karara itiraz makamı olarak da muhabere nöbetçisi asliye ceza mahkemesini göstermiştir. İtiraz makamı olarak gösterilen asliye ceza mahkemesi reddi hâkim taleplerini kabulü ile 63 sanığın tahliyesine karar vermiştir. İşbu kararı veren asliye ceza hâkimlerinin fiillerinin ağır hukuka aykırı olması, meslekî kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alınarak beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmeyerek görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğuna karar verilmiştir.
Yargıtay 4 CD 25.06.2019 T. 2019/3275 E, 2019/11768 K. sayılı kararında Cumhuriyet Savcısı’nın da hâkimin tarafsızlığından şüphe duyulması ve yasaklılık hallerinde hâkimin reddini talep etme yetkisine sahip olduğunu ifade etmiştir.
Yargıtay 20 HD 23.09.2013 T. 2013/6729 E, 2013/8282 K. sayılı kararında müdafin hâkimi red talep edebilmesine ilişkin olarak ceza muhakemesinde, hukuk muhakemesinden farklı olarak, vekâletnamesinde bu talepte bulunabilmesi için özel bir yetki verilmiş olmasının gerekmediğini ifade etmiştir.
YCGK 07.06.2011 T. 2011/1-75 E, 2011/114 K. sayılı kararında hâkimin reddinde süre açısından yaptığı incelemede tarafların süresi içerisinde başvuruda bulunmadıklarını tespit etmekle yetinmediği, red gerekçesini değerlendirerek, hâkimin tarafsızlığına ilişkin şüpheleri de ortadan kaldırmaya çalıştığı görülmektedir.
Yargıtay 4 CD 24.01.2019 T. 2014/40320 E, 2019/996 K. sayılı kararında, yargılama süresince müdafii tarafından tarafsızlığından şüphe duyulması sebebi ile reddedilen hâkimin yalnızca bu nedene dayanarak davadan çekinme talebinde bulunması halinde başka bir hâkim görevlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir.Dolayısıyla aynı hâkimin birden fazla kez de reddi mümkündür.
YCGK 26.09.2017 T. 2017/16-956 E, 2017/370 K. sayılı kararı uyarınca hâkimin reddinin talep edildiği dilekçede ya da sözlü başvuru üzerine zabıt kâtibi tarafından tutulan tutanakta, öncelikle hangi somut işe bakacak hâkimin isminin reddedildiğinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
Yargıtay 4. CD 25.06.2019 T. 2019/3275 E, 2019/11768 K. sayılı kararında iddianamenin iadesi kararı veren hâkimin Cumhuriyet savcısı tarafından reddi üzerine; hâkim talebin reddi kanaati bildirilerek dosyanın gönderildiği ilgili ağır ceza mahkemesi tarafından sadece hâkimin reddine ilişkin karar verilmesi gerekirken, aynı zamanda iddianamenin iadesi kararına karşı yapılan itirazın kabulüne de karar verilmesini bozma nedeni olarak kabul etmiştir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
İftira Suçu Yargıtay Kararları
İFTİRA SUÇU YARGITAY KARARLARI
Yargıtay 9. CD., 15.10.2014 tarih ve 2014/3484 E., 2014/10177 K. sayılı kararında, “Sanığın olay tarihinde katılana karşı işlediği iddia edilen hakaret suçu nedeniyle emniyette şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınması sırasında, “katılanın kendisine karşı hakarette bulunduğunu” iddia etmesi şeklindeki eyleminin savunma hakkı kapsamında kalması nedeniyle sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile beraat kararı verilmesi sonucu itibariyle doğru olduğundan” hükmün onanmasına karar vermiştir.
Yargıtay 9. CD., 27.9.2013 tarih, 2013/6877 E., 2013/11962 K. sayılı kararında ise, “somut olayda; uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan ifadesinde uyuşturucuyu şikayetçi E.’den aldığını ifade eden sanığın bu beyanının savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, iddialarını ispat edememesinin iftira suçunun işlendiğinin kanıtı sayılamayacağı eyleminin suç işlemediğini bildiği kimselere suç atmak biçiminde olmayıp savunma hakkını kullanma niteliğinde bulunduğu, bu nedenle sanığa atılı iftira suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, beraati yerine yazılı gerekçe ile mahkumiyetine karar verilmesi,”ni hukuka aykırı bulmuştur.
Yargıtay 4. CD., 27.6.2007, 2006/3107 E., 2007/6143 K. sayılı kararında, “sanığın kullanıp geri verilmek üzere yakınana teslim ettiği cep telefonunu aradan geçen zaman içerisinde yakınanı bulamadığı için geri alamayınca, C.Başsavcılığına yazdığı dilekçede; “Atakan” adındaki bir şahsın kendisine bıçak çekerek cep telefonunu istediğini, mecburen vermek zorunda kaldığını” iddia ederek yakınmada bulunduğu, ancak birkaç gün sonra telefonunun geri verilmesi üzerine kolluktaki anlatımında gerçeğe döndüğünün kabul edilmesi karşısında, suçsuz olduğunu bildiği bir kimseye suç yüklemek suretiyle iftira suçunu işlediği gözetilmeden, yetersiz gerekçelerle beraat hükmü kurulması”nı yasaya aykırı bulmuştur.
Yargıtay 4. CD., 21.03.2002, 197/4466 sayılı kararında “…,.C. İlköğretim Okulunda görevli erkek öğretmenlerin kimliklerinin de açıkça belirtilmemesi karşısında, iftira suçunun yasal öğelerinin oluşmadığı gözetilmeden hükümlülük kararı verilmesi,” hükmü ile isnadın yöneldiği kişi ya da kişilerin belirlenebilir nitelikte olmadığından bahisle iftira suçunun oluşmayacağına karar vermiştir.
Yargıtay 4. CD., 12.7.2006, 2006/4670 E., 2006/13841 K. sayılı kararında iftiraya uğrayan kişi, haksız fiilin isnat edildiği anda hayatta olmalıdır şeklinde belirtmiştir. “İncelenen somut olayda, sanık hakkında dört kişiye iftira suçundan dava açıldığı, ancak dosyada bulunan nüfus kaydı ve mernis ölüm tutanağından C.adlı kişinin, sanığın yetkili merciye şikayet dilekçesi verdiği günden yaklaşık altı ay önce 20.6.2002 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır. Ölüye karşı suç yüklenmesi düşünülemeyeceğinden, sanığın, anılan kişiye, işlenemez nitelikteki iftira suçundan, mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır.”
Yargıtay 4. CD. 2011/18014E, 2013/2815K sayılı kararında, uydurulan maddi eser ve delillerin, soruşturma ve kovuşturma mercilerinin yanıltılmasını, mağdurun suç işlediği izlenimine kapılmalarını sağlayacak, iftira eyleminin varlığını kuvvetlendirerek haklı gösterecek ispat araçları ve emareler olduğunu ifade etmiştir.
Yargıtay 4. CD. 2011/1197E, 2012/693K sayılı kararında “İftira suçunda giderilmesi gereken ölçülebilir, belirlenebilir (somut) maddi bir zarar oluşmaması, manevi zararın ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanmasına engel teşkil etmemesi karşısında “şikayetçinin zararının karşılanmamış olması” biçimindeki gerekçeyle anılan madde hükmünün uygulanmaması” mağdurun asılsız isnat sebebiyle uğradığı manevi zararın giderilmemesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin iftira suçu bakımından uygulanmasına engel teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir.
Yargıtay 9. CD. 2013/298E, 2013/3543K sayılı kararında temyiz dilekçesinde, yargılamayı yürütüp karar veren hâkime hukuka aykırı fiil isnat eden sanığın, yasal temyiz hakkını kullandığından bahisle iftira suçunun oluşmayacağına karar vermiştir.“Somut olayda; sanığın, Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararı ile 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan verilen mahkumiyet kararını temyiz ederken verdiği dilekçesinde “Yerel mahkeme hakiminin yargılama sırasında ifaden alınırken önünü ilikle lan şeklindeki beyanına mukabil, siz bana neden lan diyorsunuz diye cevabıma aşırı tepki gösteren hakimin yargılamayı şahsileştirerek kanuni ve yasal olmayan, hukuka dayanmayan aleyhe tutumu aleyhime haksız ceza verilmesine neden olmuştur.” biçimindeki açıklamalarının yasal temyiz hakkını kullanmaktan ibaret olup, iftira suçunun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeden, sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi kanuna aykırıdır.”
Yargıtay 4. CD. 22.01.2007, 2005/10847E, 2007/472K sayılı kararı uyarınca, özgü suç olarak düzenlenen suçların, fail olarak nitelendirilemeyecek kişilere isnat edilmesi halinde iftira suçu oluşmaz. “Sanığın köy ihtiyar kurulu üyesi olup da vekâleten muhtarlık görevini yürüten yakınana “benim meraya tecavüzümü ihbar ediyor da başkalarının mezarlık alana tecavüzüne göz yumuyor” biçiminde iftira atması eyleminde, yakınanın vekaleten muhtarlığa bakıp bakmadığının Kaymakamlıktan sorulması, suç tarihinde vekil olmadığının saptanması halinde 442 sayılı Köy Yasasının 11. maddesi uyarınca icrai görevi bulunmayan köy ihtiyar heyeti üyesi yakınanın “köyde işlenen suçları ihbar yükümlülüğü”nün bulunmadığı, bu durumda sanığın yakınana hukuksal anlamda iftira atmasının söz konusu olamayacağı gözetilmelidir.”
Yargıtay 4. CD. 2010/8008E, 2012/6688K sayılı kararı uyarınca kişilerin hak arama özgürlüğü sınırları içerisinde kalan eylemleri suça sebebiyet vermemektedir. “Sanığın başvurusuna verilen olumsuz yanıt üzerine hak arama özgürlüğünü kullandığı; iftira suçunun unsurlarının oluşması için özel kast gerektiği ve somut olayda iftira suçunun unsurları oluşmadığı gözetilmeden mahkûmiyet karar verilmesi, bozma sebebidir.”

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
İftira Suçu Para Cezası
İFTİRA SUÇU PARA CEZASI
5237 sayılı TCK m. 267/7’de “mağdur hakkında hapis cezası dışında adli veya idari bir yaptırım uygulanması halinde müfteri hakkında 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasına hükmolunacağı” düzenlenmiştir fakat bu düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından 2011 yılında Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
İftira eylemi neticesinde mağdur hakkında hapis cezası uygulanması halinde öngörülen ceza ile hapis cezası dışında adli yaptırım veya idari yaptırım uygulanması halinde öngörülen cezalar arasında aşırı orantısızlık olduğu ve bu durumun da adil sonuçlar doğurmadığı açık olduğundan, Anayasa Mahkemesi haklı ve yerinde bir karar ile bu fıkrayı iptal etmiştir. İptal edilen bu fıkra yerine halen yeni bir düzenleme yapılmış değildir.
Mahkeme tarafından, iftira sebebiyle para cezası belirlenirken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını, olayın gerçekleştiği tarihte paranın satın alma gücünü, somut olayın özellikleri ve etkilerini dikkate alır. Hükmedilecek para cezası ile davacı tarafın zenginleşmemesi, davalı tarafın ad fakirleşmemesi gerektiği gözetilir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
İftira Suçu Manevi Tazminat
İFTİRA SUÇU MANEVİ TAZMİNAT
İftira suçu kasten işlenebilen bir suç tipidir. 5237 sayılı TCK m. 267’de “işlemediğini bildiği halde” ifadesine yer verilerek iftira suçu kasten işlenebilen bir suç tipi olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. İftira suçunun kasten işlenebileceğini kabul etmenin doğal sonucu olarak belirtmek gerekir ki bu suç tipi, bilinçli veya bilinçsiz, taksirle işlenemez.
Kanun koyucu, iftira suçunun taksirle işlenemeyeceğini kabul etmiştir fakat haksızlığa uğrayan masum kişi veya kişilerin hukuk mahkemelerinde tazminat talep hakları saklıdır.
Yargıtay’a göre hukuk mahkemeleri, ceza mahkemesinin maddi vakıanın varlığı veya yokluğu ile ilgili tespitleriyle bağlıdır. Diğer bir anlatımla, bir eylem iftira suçunu oluşturuyorsa, aynı fiil hukuk mahkemesi bakımından haksız fiil oluşturacağından, hakkı ihlal edilen kişi ayrıca tazminat talebinde bulunabilir. Ancak hukuk hakimi, suç oluşturacak ağırlıkta bir eylem olmadığı kanaatine vararak ceza vermese dahi, hukuk hakimi aynı eylemin tarafından tazminatı gerektirdiğine hükmedebilir. Dolayısıyla masum kişiler hakkında gerçeği öğrenmeye yönelik gerekli özeni göstermeyerek yapılan hukuka aykırı fiil isnatları iftira suçunu oluşturmazken masum bireylerin tazminat talep haklarına da engel olmayacaktır.
İftira suçunun mağduru iftira sebebiyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararlar için hukuk davası açabilir. İftira suçu nedeniyle manevi tazminat, kendisine isnat edilen hukuka aykırı fiil nedeniyle mağdurun psikolojik açıdan yıpranması karşılığında istediği zarardır. Mağdurun, psikolojik sorunlar yaşama, dışlanma ve ötekileştirme gibi durumlarla karşılaşması sebebiyle manevi tazminat talep etme hakkı bulunmakta olup iftira suçu nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararlar için Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açma hakkına da sahiptir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
7 Aralık 2021
İftira Suçu
İFTİRA SUÇU (TCK m. 267)
İftira suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümler başlıklı ikinci kitabının “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı dördüncü kısmında yer alan “Adliyeye Karşı Suçlar” isimli ikinci bölümünde 267 ve 269 maddeleri arasında düzenleme altına alınmıştır.
“İftira” başlıklı 267. maddede iftira suçu dokuz fıkra halinde düzenlenirken, 269. maddede bu suça ilişkin etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. 267. madde düzenlemesinde doktrinde maddi iftira olarak ifade edilen “fiilin maddi eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması” suçun nitelikli hali olarak düzenlenmiş ve bu nitelikli halin işlenilmesi durumunda cezanın yarı oranında arttırılacağı hüküm altına alınmıştır.
5237 TCK’nın 267/4. fıkrasında iftira neticesinde mağdur hakkında tutuklama veya gözaltına alınma koruma tedbirlerine başvurulması durumunda failin ayrıca “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan dolaylı fail olarak sorumlu tutulacağı, 267/3. fıkrasında ise gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa cezanın yarı oranında arttırılacağı düzenlenmiştir. 5237 sayılı TCK 267/1’de iftira suçunun işleniş şekilleri ihbar veya şikâyette bulunmak ya da basın yayın yoluyla hukuka aykırı fiil isnat etmektir.
Türk Ceza Kanunu’nun 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunda masum olduğu bilinen bir kişiye hakkında adli veya idari yaptırım uygulanması maksadıyla bir hukuka aykırı fiil isnat edilmektedir.
İftira suçunda korunan hukuki değer konusunda doktrinde tam bir fikir birliği bulunmamaktadır. İftira suçunun koruduğu hukuksal değerin ne olduğu konusunda çok fazla farklı görüş ileri sürülmekle birlikte, bu görüşlerden başlıcaları şunlardır: Bu suç ile bireyin şeref ve onuru zarar gördüğünden, iftira suçu kişilere karşı suçlar arasında düzenlenmelidir, bu suç devletin adli mekanizmasını aldatmaya, yanlış yönlendirmeye yönelik olduğundan sadece adliyeyi ilgilendirmektedir, iftira suçu ile kamu güveni ihlal edilmektedir, bu suçun işlenişiyle kişilerin onur ve şerefleri ile adliye düzeninin eşit oranda ihlal edildiği, iftira suçunun koruduğu hukuki yarar karma nitelikte olmasına rağmen kişilere ilişkin menfaat ağır basmaktadır, bu suç ile korunan hukuki yarar karma nitelikte olmasına rağmen adliyeyi ilgilendiren yönü ağır basmaktadır.
5237 sayılı TCK’da iftira suçu, “Adliyeye Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenmesine rağmen, doktrinde çoğunlukla iftira suçunun koruduğu hukuki değerin karma nitelik taşıdığı genel olarak kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK’da iftira suçunu düzenleyen 267. maddede faille ilgili olarak “…hukuka aykırı fiil isnat eden kişi” ifadesi kullanıldığından iftira suçunun herkes tarafından işlenebileceğini ve özgü suç niteliği taşımadığı ifade edilebilir.
İftira suçu açısında failin “kamu görevlisi” veya “sivil vatandaş” olması arasında 5237 sayılı TCK’da herhangi bir fark öngörülmemiştir.
Doktrinde savunulan bir görüşe göre, iftira suçunun mağduru sadece gerçek kişilerdir. Doktrinde savunulan diğer bir görüşe göre ise, iftira suçunun mağduru adli makamlar yani yargı organıdır. İftira suçu bakımından iftiraya uğrayan kişi suçun mağdurunu değil konusunu oluşturmaktadır. Doktrinde diğer bir görüşe göre iftira suçu adil yargılanma hakkına karşı işlenen bir suç olup bu suçun mağduru bireyler topluluğudur.
TCK 267. maddede düzenlenen iftira suçunu meydana getiren tipik fiil seçimlik hareketlidir, iftira suçunun meydana gelebilmesi için; yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunmak, basın yayın yoluyla iftirada bulunmak ve iftira atılan fiilin maddi eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunmak şeklinde üç tane seçimlik hareket düzenlenmiştir ve bu üç hareketten herhangi bir tanesinin yapılmasıyla iftira suçu meydana gelmektedir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
12 Kasım 2021
Haksız Tahrik
HAKSIZ TAHRİK NE DEMEK?
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesinde haksız tahrik ceza sorumluluğunu azaltan bir hal olarak düzenlenmiştir. Haksız tahrik, failin haksız fiilin yarattığı hiddet, öfke veya şiddetli elemin etkisi altında hareket ederek suçu işlemesi anlamına gelmektedir. Fail suçu işleme yönünde önceden karar vermemektedir, dışarıdan gelen etkinin ruh halinde meydana getirdiği kızgınlık ve üzüntü duygusunun sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir. Kişiyi suç işlemeye yönelten psikolojik durum mutlaka kişi cezalandırılırken göz önünde bulundurulmalıdır. Haksız tahrik kavramı, mağdurun suçtaki rolünün ve sorumluluğunun kabulü sonucu ortaya çıkmış ve haksız tahrikin etkisi altında suç işleyen kişiye verilecek cezayı daha az olacak şekilde öngörmüştür. Haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde bir zayıflama ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla iradesi zayıflayan kişinin kusursuz davranması ve kendisini suç işlemekten alıkoyması daha zor hale gelecektir. TMK m.29 uyarınca haksız tahrikin kusurluluğu etkileyen bir hal olduğu kabul edilebilir. Haksız tahrik altında olan failin duyduğu öfke sebebiyle bilerek ve isteyerek suç işlemesi durumunda failin cezai sorumluluğu bulunmaktadır. Fakat haksız tahrik altında suç işleyen kişi ile soğukkanlılıkla suç işleyen kişiyi aynı düzeyde sorumlu tutmak hakkaniyete aykırı bir durum oluşturacaktır çünkü mağdurun haksız davranışı ile faili öfkelendirerek suç işleme hususunda tahrik etmesi hakkaniyet ve modern ceza hukuku ilkeleri gereğince daha az cezayı gerektirecektir. Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için; tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı, fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı, failin işlediği suç bu ruhsal durumun tepkisi olmalı ve son olarak haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan kaynaklı olmalıdır. Türk Ceza Kanunu’nda hangi durumlarda suçun haksız fiil teşkil edeceği düzenlenmemiş ve bu belirsizlik uygulamada fikir ayrılıklarına neden olmuştur. Fiilin ihmali veya icrai hareketlerle gerçekleştirilmesi mümkündür. Öğretide çoğunluk tarafından benimsenen haksız tahrikin kusurluluğu azaltan bir neden olduğu görüşüne göre, mağdurun haksız fiili dolayısıyla failde buhran hali meydana gelmekte ve bahsedilen buhran hali etkisinde kalan failin, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneği zarar gördüğü için hukuk düzenine aykırı davranışlar göstermektedir. Bu sebeple fail, haksız tahrikin etkisi altındayken normal durumda olduğundan farklıdır ve bu farkın nedeni failin iradesini kontrol etme yeteneğindeki, yani kusurundaki azalmadır.
HAKSIZ TAHRİKTE İNDİRİM
5237 sayılı TCK m.29 gereğince haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir. TCK m.29’a göre hâkim, mağdurun haksız eyleminin ağırlığını, failde yarattığı buhran etkisi ve buna karşı işlenen suçun niteliğini de göz önünde bulundurarak indirim oranını belirleyecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun son dönemde vermiş olduğu haksız tahrikte indirim oranının belirlenmesine ilişkin kararlarında tahriki oluşturan fiilin, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilmesi ve sanığın iradesi üzerindeki etkisi göz önüne alınarak maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda indirim yapılması şeklinde bir düzenlemeye gidilmiştir. Tahrik nedeniyle yapılacak indirimin oranı tespit edilirken, haksız tahriki oluşturan hareketin işleniş şekli, yeri, niteliği, zamanı, yöresel şartlar ve tahrik eden ile edilen kişi göz önüne alınıp değerlendirilmelidir. Failin ceza indiriminden faydalanabilmesi için haksız tahrik içeren fiilin bizzat mağdurdan kaynaklı olması gereklidir. Üçüncü kişilerin haksız fiili nedeniyle mağdura karşı bir suç işleyen fail, haksız tahrik hükümlerinden yararlanamayacaktır.
HAKSIZ TAHRİK YARGITAY KARARLARI
Yargıtay kararları göz önüne alındığında haksız tahrikin güncelliğini koruyan bir kurum olduğu anlaşılmaktadır.
Yarg. 1 CD. 06.02.2019 tarih, 2018/5042 E. 2019/519 K. sayılı kararında ,“Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık A.Y.ile mağdur Ü.Y.’nin olay tarihinde evli oldukları, mağdurlar Ü.Y ile R.Y’nin aralarında gönül ilişkisi bulunduğu, olay günü mağdur Ü ile R’nin el ele tutuşup samimi bir şekilde yolda yürürlerken sanık A.Y tarafından görülmesi üzerine, sanığın yanında bulunan bıçağı önce mağdur R’nin’ boğazına sapladığı,R’nin olay yerinden kaçması ile mağdur Ü’yü altı kez bıçakladığı, bıçaklardan birinin karaciğere isabet etmesi sonucunda hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı, mağdur R’nin hayati tehlike geçirmeyecek şekilde ve yüzünde sabit iz olacak derecede yaralandığı olayda; Mağdurlardan kaynaklanan haksız tahrik oluşturan eylemin boyutu nazara alınarak sanık hakkında mağdur Ü‘ye yönelik suç bakımından tayin olunan cezadan makul oranda, mağdur R’ye yönelik suç bakımından asgari oranda haksız tahrik indirimi uygulanması gerektiği gözetilmeden, yazılı biçimde indirimler uygulanması suretiyle eksik cezalara hükmolunması, bozmayı gerektirmiş…” denilerek sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eş bakımdan makul oranda, bununla birlikte evli kişiyle evli olduğunu bilerek ilişkide bulunan kişinin eylemi ise eşe nazaran daha hafif olacağından asgari hadden indirim yapılması gerektiği belirtilmiştir. Yüksek mahkemenin, kadına karşı şiddet vakıalarında haksız tahrik indiriminin uygulanacağı şeklindeki birçok kararı; failin iradesinin objektif olarak, yaralamaya, cinsel suçlara veya öldürmeye yol açacak ölçüde etkilendiğini kabul etmenin mümkün olmadığı, bu tür kararların toplumdaki adalet duygusunu zedelediği gerekçeleriyle sıklıkla eleştirilmektedir.
Yarg. 3. CD. 06.03.2019 tarih, 2018/8346 E. 2019/4709 K. sayılı kararında; “…Mahkemece mağdurun sanığa küfür ettiği gerekçe gösterilerek haksız tahrik hükümleri uygulandığına göre, sanık hakkında hükmedilen cezada, 5237 sayılı TCK’nin 29. maddesi uyarınca haksız tahrik indirimi uygulanırken, TCK’nin 3. maddesi uyarınca orantılılık ilkesi dikkate alınarak makul bir oranda indirim yapılması gerekirken, daha vahim olaylarda uygulama olanağı bulunan (1/2) oranında indirim yapılması suretiyle eksik ceza tayini aleyhe temyiz bulunmadığından… bozma nedeni yapılmamıştır.” Denilerek hakaret eylemine karşı basit yaralama suçunu işleyen fail hakkında asgari hadden indirim yapılması gerektiği vurgulanmıştır.
YCGK, 11.10.2016 tarih, 2015/1-830 E. 2016/360 K. sayılı kararında; “…Haksız tahrik teşkil eden fiilin sanığa yönelmesi şart olmayıp üçüncü kişilere karşı yapılan haksız eylemler nedeniyle de haksız tahrik hükmünün uygulanabileceği konusunda şüphe bulunmamakta ise de, reşit olan ve eşinden boşanan sanığın ablası mağdur Hülya’nın, maktul ile olan rızaya dayalı evlilik dışı ilişkisinin sanık açısından haksız tahrik oluşturmayacağı kabul edilmelidir. Ayrıca sanık, maktulün küfür ederek üzerine yürüdüğünü iddia etmiş ise de, mağdur H. ile tanık S’nin olaydan hemen sonra alınan soruşturma evresindeki beyanlarında, maktulden kaynaklanan haksız bir hareketten bahsetmedikleri gibi maktulün sanıktan kaçarak ve saklanarak kurtulmaya çalıştığı yönündeki samimi anlatımları karşısında, salt maktulün ablası ile resmi nikah olmaksızın birlikte yaşamasından doğan kızgınlıkla hareket ettiği anlaşılan sanık hakkında haksız tahrik şartlarının oluştuğunun kabulü mümkün değildir…”
YCGK. 24.12.2013 tarih, 2013/1-664 E. 2013/622 K. sayılı kararında “…Somut olayda, öldürmeyi düşündüğü K tarafından eşi kaçırılan sanığın haksız bir eylemin etkisiyle hareket ederek eylemi gerçekleştirdiği konusunda bir tereddüt bulunmamakta ise de, sanığın eylemini eşinin kaçırılmasının üzerinden bir yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra gerçekleştirmiş bulunması, daha önce eşini kaçıran K’yi bir kez görmüş olması ve K ile maktul arasında 6 yaş farkın bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın daha dikkatli ve özenli davranması durumunda öldürdüğü C‘nin gerçek kimliğini anlayabileceği, bunun için de somut olay itibariyle yeterli zamanının olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla, sanığın hatası kaçınılmaz nitelikte bir hata olmadığından, dolayısıyla sanığın hata hükümlerinden yararlanması mümkün bulunmadığından, sanık hakkında haksız tahrik hükümlerini uygulayan yerel mahkeme kararının bozulmasına ilişkin Özel Daire kararı isabetlidir…”
YCGK. 16.05.2017 tarih, 2016/14-1123 E. 2017/270 K. kararı “…Katılan M’nin, katılanlar S ve B’nin iş yerinde hırsızlık yaparken kendisinin de gözcülük yaptığını anlatması üzerine, sanık M’nin iş yerindeki hırsızlığın katılanlar tarafından yapıldığı hususunda hataya düştüğü ileri sürülebilirse de; sanık M’nin yetkili makamlara bu durumu bildirmeksizin yalnızca katılan M’nin beyanları ile oluşan basit bir suç zannıyla hareket etmesi nazara alındığında, sanığın ceza sorumluluğunu azaltan nedenler arasında yer alan haksız tahrikin gerçekleştiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düştüğü kabul edilemeyeceğinden, sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanması mümkün olmayıp bu konuda araştırılması gereken başka bir husus da bulunmamaktadır…”

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
12 Kasım 2021
Senetle İspat
SENETLE İSPAT
Bir dava açıldığında, o davanın kazanılması için ileri sürülen vakaların ispatlanması gerekir. Davada taraflardan birisi, iddia ettiği konu bakımından haklı olsa dahi bu haklılığını mahkeme önünde ispatlayamadığı takdirde dava aleyhine sonuçlanır. Bu nedenle iddianın doğruluğunun ispatlanıp ispatlanamaması davanın sonucuna doğrudan etki ettiğinden ispat konusu çok önemli bir konu haline gelir. Dolayısıyla kanun koyucu ispata ilişkin özel kurallar düzenlemiştir. Senedin, güçlü bir delil olmasından ve gündelik hayatta da çok kullanılan bir araç olması sebebiyle ispat kurallarının temeli senede dayandırılmıştır. Senet, sadece ispat hukuku için değil maddi hukuk açısından da öneme sahiptir. HMK 200 ve 201 maddeleri gereğince senetle ispat edilmesi gereken bir hukuki işlemin, kural olarak, adi senetle ispatı mümkündür. HMK m.200’de değinilen ve belirli bir değerin altındaki uyuşmazlıklarda senetle ispat zorunludur fakat HMK m.200/2 uyarınca karşı tarafın açık muvafakatinin olması durumunda senetle ispat zorunluluğu söz konusu olmayacak ve muvafakat edilen taraf senet haricinde tanık da dinletebilecektir. HMK m.201’de senede karşı tanıkla ispat yasağı düzenlenmiş olup belirtilen durumlarda senede karşı, uyuşmazlığın belirlenen sınırın altında kalması durumunda dahi tanık dinletilemeyeceği belirtilmiştir. HMK m.202 uyarınca delil başlangıcı bulunan hallerde senetle ispat kuralının olması durumunda dahi tanık dinletilebilmesi mümkündür. HMK m.204 uyarınca Medeni Usul Hukuku bakımından resmi senet, kural olarak, bir geçerlilik şartı olmayıp, ispat hukuku bakımından, adi senetlere kıyasla daha güvenli durum sağlayan bir ispat şeklidir.
BELGE VE SENET
Medeni Usul Hukuku Kanunu m.199 hükmü, hem daha üst bir kavram olan belgeyi hem de kesin delil niteliğinde olan senedi düzenlemiş, uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli bilgi taşıyıcılarını belge olarak tanımlamış ve belgeye; yazılı veya basılı metinleri, senetleri, çizimleri, planları, krokileri, fotoğrafları, filmleri, görüntü veya ses kaydı gibi verileri, elektronik ortamdaki verileri ve benzer bilgi taşıyıcılarını örnek olarak saymıştır. Belge kavramına giren veriler, yalnızca bu hükümde sayılmış olanlardan ibaret değildir.Medeni usul hukuku bakımından belge, dava konusu vakıaları ispata elverişli bilgi taşıyıcısıdır. Senet ise, irade açıklamasını dış dünyaya yansıtan yazılı bir belge iken usûl hukuku açısından senet ise, bir kişinin kendi aleyhine hazırladığı veya aleyhine sonuç doğuran yazılı belgedir. Fakat senedin kesinlikle aleyhe delil veya ispat aracı oluşturma amacı ile yapılmış olmasına gerek yoktur. Türk hukukunda senet, uygulamada sık sık karşılaşılan, önemli kesin delillerdendir. Bir belgenin senet olarak nitelendirilebilmesi için ilk olarak dış dünyada varlık kazanması gerekli çünkü dış dünyada varlık kazanmışsa içerdiği metnin bütünlüğü ve doğruluğu, zihin tarafından algılanabilir hale gelecektir. Senet, taş, tahta, kumaş gibi cisimler üzerine yazılabilir ve HMK m.205/3 uyarınca usulüne göre güvenli elektronik imza ile oluşturulmuş bulunan elektronik verilerde senet hükmünde kabul edilmektedir. Senet ve belge birbirinden farklı kavramlar olup aralarındaki en önemli fark, belgenin, senet kavramını da içeren daha üst bir kavram olmasıdır. Dolayısıyla, her senet bir belge olmasına rağmen, her belge bir senet değildir. Buna ek olarak belgenin yazılı bir şekilde oluşturulmuş olması şart değildir. Bir belgenin senet olarak kabul edilebilmesi için, onu düzenleyen tarafından aleyhine delil teşkil etmesi amacı ile düzenlenmiş olması şart değildir; aksini kabul halinde, tesadüfi belgeler senet olarak sayılmayacaktır. Yine de öğretide, bir belgenin senet olarak kabul edilebilmesi için kendi aleyhine delil teşkil etmek amacıyla düzenlenmiş olmasını şart sayan yazarlar da mevcuttur. Yazılı belgenin senet sayılabilmesi için karşı tarafa verilmesi şart değil, önemli olan yazılı belgenin aleyhine delil teşkil edecek tarafça düzenlenmesi ve imzasını taşımasıdır.
SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU
HMK m.203’te senetle ispat zorunluğunun istisnaları düzenlenmiştir. (1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:
- a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.
- b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.
- c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkansızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hâllerde yapılan işlemler.
ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
- d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.
- e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hâ
SENETLE İSPAT YARGITAY KARARI
Mahkemece, iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilen davada, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E., 2015/11645 K., 2018/10400 T., 21.05.2018 sayılı kararında davacı tarafından teklif edilen yeminin davalı tarafından eda edildiği, öte yandan 6100 sayılı HMK’nın 203. maddesinin olayda uygulama yerinin bulunmadığı gözetilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olduğuna göre, davacı vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir.
Davacı, maliki olduğu 3118 ada 4 parsel üzerindeki bağımsız bölümü, 28.02.2006 tarihinde inançlı işlem ile “ne zaman evlenirse o tarihte iade almak” şartıyla davalı kız kardeşine temlik ettiğini, 16.05.2010 tarihinde evlendiğini ve akabinde davalıdan çekişme konusu taşınmazın iade edilmesini istediğini ancak davalının taşınmazı iade etmediğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı, davacı ile aralarında inanç sözleşmesi bulunmadığını, çekişme konusu taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yargıtay 3. HD 10.6.2014, 7722/9296 sayılı bir kararında, “Somut olayda, taraflar arasındaki, protokol başlıklı belgenin Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan incelemesinde belgedeki imzaların davalının eli ürünü olduğu, incelemeye konu belgenin fotokopi belge olduğu bildirilmiştir. Mahkemece yapılacak iş ; davaya konu davalının imzasını taşıyan protokol başlıklı belgenin yukarda açıklanan bilgiler ışığında yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge kabul edilip, HMK m.202 uyarınca, tanık dahil her türlü delil ile ispatına imkân verilmesi gerekir” diyerek, fotokopiyi delil başlangıcı olarak kabul etmiştir. HMK m. 199‟da belge olarak kabul edilebilecekler arasında senet düzenlenmişse de, her belge kanun anlamında senet olarak kabul edilemez. Örneğin delil başlangıcı sayılan fotokopi ve faks metinleri senet değil, belgedir. Çünkü bir belgeye senet diyebilmemiz için bazı unsurları (imza, metin, yazılılık) taşıması gerekir. Ancak aleyhine ibraz edilen taraf fotokopinin ve onun altındaki imzanın kendisine ait olduğunu kabul ederse, fotokopi artık senet, yani kesin delil sayılır.
YHGK. T.07.11.2012, E.2012/18-548, K.2012763 sayılı kararında, resmi memur tarafından yapılan senetlere karşı tanık dinlenemeyeceğini; nüfus sicilinin doğruyu yansıtmadığı hakkındaki iddiaların ise şahitle veya diğer delillerle ispat edilebileceğini belirtmiştir.
Davacı, maliki olduğu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 3.kat 14 nolu bağımsız bölümü , eşinin borçları ve eşi ile arasında devam eden boşanma davası nedeniyle babası … ’na satış suretiyle temlik ettiğini, bu satışın gerçek bir satış olmayıp, bedel ödenmediğini, sorunlarını çözdükten sonra taşınmazını babasından devralmak istediğini fakat bu sırada babasının ölmesi nedeniyle taşınmazın iade edilemediğini ileri sürerek, mirasbırakan … adına olan tapunun iptali ve adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E., 2015/8484 K.,2018/8609 T., 2.04.2018 sayılı kararında dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özellikle davanın inanç sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olduğu iddianın ve 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille ispatlanması gerektiği, ancak bu tür bir delil getirilemediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203. maddesinin somut olayda uygulama yerinin olmadığı gözetilerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olduğuna göre, davacının temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.
12 Kasım 2021
Uyuşturucu Madde Ticareti (TCK M.188)
UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ (TCK M.188)
Uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti suçları 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, Özel Hükümler başlıklı ikinci kitap, Topluma Karşı Suçlar başlıklı üçüncü kısım, Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar başlıklı üçüncü bölüm, Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti başlıklı madde 188’de düzenlenmektedir. Uyuşturucu madde imal ve ticaretini yasaklayan kanun hükümlerinin esas amacı, madde kullanmayı önlemek, sınırlamak ve bu gibi maddelere ulaşılmasını zorlaştırmaktır. TCK m.188/1’de, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç edilmesi, m.188/3’de, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin, ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satılması, satışa arz edilmesi, başkasına verilmesi, sevk edilmesi, nakledilmesi, depolanması, satın alınması, kabul edilmesi, bulundurulması, m.188/7’de, uyuşturucu veya uyarıcı etki doğurmamakla birlikte, uyuşturucu veya uyarıcı madde üretiminde kullanılan ve ithal veya imali resmî makamların iznine bağlı olan maddenin ithal edilmesi, imal edilmesi, satılması, satın alınması, sevk edilmesi, nakledilmesi, depolanması veya ihraç edilmesi, suç olarak belirlenirken m.188/4, 5, 6 ve 8’de suçun nitelikli halleri son olarak m.188/2’de ise, aynı eylemden dolayı başka ülkede verilen cezanın infaz edilen kısmının Türkiye’de verilen cezadan mahsubu konusu düzenlenmiştir. TCK m.188’de belirtilen ve suç teşkil eden eylemler için ağır yaptırımlar öngörülmesi suçla etkili mücadele etme çabasının bir göstergesidir. Uyuşturucu madde ticaretinde korunan hukuki değer TCK’nın ilgili maddesinin başlığında da belirtildiği üzere kamu sağlığıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.12.1993 tarihli ve 301-338 sayılı kararında uyuşturucu madde ticareti suçları ile korunan hukuki değer genel kamu esenliği olduğu belirtilmiştir. Uyuşturucu madde ticareti suçunu işleyen failin herhangi bir ayırt edici özelliğinin bulunmasına gerek yoktur. Ceza sorumluluğu bulunan “herhangi bir kişi” uyuşturucu madde ticareti suçunun faili olabilir. Uyuşturucu madde ticareti suçu sadece bir fail tarafından işlenebileceği gibi, birden fazla fail tarafından birlikte de işlenebilen bir suç tipidir. TCK m.188/5 uyarınca, TCK m.188/1ve 3’de düzenlenen suçların, üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi durumunda ceza yarı oranında artırılır, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi durumunda ise ceza bir kat artırılır. Yargıtay 20. C.D., 28.05.2018 tarihli , 2015/10354E, 2018/2498 sayılı kararında, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti suçları, Türk Ceza Kanunu’nun topluma karşı suçlar kısmında düzenlendiğinden dolayı suçun mağdurunun toplumu oluşturan tüm bireyler olduğu belirtilmiştir. Uyuşturucu madde ticareti suçunda fail olan kimse işlediği suçtan ötürü toplumu oluşturan bir birey olduğu için aynı zamanda suçun mağduru olamaz. Devlet ve tüzel kişiler uyuşturucu madde ticareti suçunun mağduru değil zarar görenidir.
UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YARGITAY KARARLARI
Yargıtay 20. CD, 28.05.2018, E. 2015/11241, K. 2018/2473 sayılı kararında “Dosyadaki belge ve bilgilerden suça konu uyuşturucu maddeyi kargo ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gönderdiği anlaşılan sanığın eyleminin, TCK m. 188/1’de yazılı uyuşturucu madde ihraç etmek suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi” şeklindeki ifadesinden de anlaşılabileceği üzere uyuşturucu veya uyarıcı maddenin nereden ülke dışına çıkarıldığının suçun oluşumu açısından bir önemi yoktur. Diğer bir ifadeyle uyuşturucu maddenin kara, hava veya deniz yolu ile ülke dışına çıkarılması veya kargo yolu ile ülke dışına çıkarılması suçun oluşumu bakımından aynı özellikleri taşımaktadır.
Yargıtay 10.CD, 08.11.2018, E.2018/1013, K.2018/7865 sayılı kararında satılmak istenen uyuşturucu maddenin ithal edilmesi durumunda failin hangi kanun hükmüne göre cezalandırılacağı hususunda imal edilen uyuşturucu maddenin satılması eyleminde sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında suç işlediğini, ağır olan eylemden cezalandırıldıktan sonra zincirleme suç çatısı altında TCK m. 43 uyarınca cezanın artırılması gerektiğini belirtmiştir.
Yargıtay 10. CD, 16.03.2021, E. 2017/ 6026, K. 2021/ 3588 sayılı kararında failin tasarruf alanında ele geçirilen uyuşturucu veya uyarıcı madde miktarının kişisel kullanım sınırını aşması durumu ile uyuşturucu veya uyarıcı maddenin satış için hazırlandığını gösterir şekilde diğer bir ifadeyle küçük küçük paketler haline getirilmiş veya jelâtinlenmiş şekilde hazırlanmış olması durumunda satışa arz olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Yargıtay CGK, 17.10.2017, E. 2017/10-797, K. 2017/415 sayılı kararında nakletme eyleminde, suçun tamamlanması için nakledilen maddenin alıcıya ulaşmasının şart olmadığını, uyuşturucu veya uyarıcı maddenin gideceği yere kadar götürülmesi ile suçun tamamlanacağını belirtmiştir.
Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin ülkemizden transit geçişi kanunda düzenlenmemiştir ancak Yargıtay 10. CD, 21.01.2021, E. 2020/979, K. 2021/833 sayılı kararında TK-1940 sefer sayılı Brüksel uçağından inen ve dış hatlar geliş katı pasaport kontuarından pasaport işlemlerini yaptırarak Türkiye’ye giriş yapan ve midesinde kokain olduğu tespit edilen sanığın eyleminin transit yolcu olduğundan bahisle ”uyuşturucu madde ticareti yapma” suçundan hüküm kurulmasının eylemin vasfında yanılgıya düşme olduğunu aslında olayda ”uyuşturucu madde ithal etme” suçunun oluştuğunu belirtmiştir.
Yargıtay 10. CD, 03.05.2011, E.2011/1995, K. 2011/4322 sayılı kararında uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti suçunun oluşumu için failin uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi ticaret maksadı ile satın alması gerektiğini belirtmiştir.
Yargıtay CGK, 19.01.2016, E. 2014/9-718, K. 2016/5 sayılı kararında bir topluluğun örgüt olup olmadığının TCK m.220 uyarınca tespit edildiği, TCK m.220 gereğince üye sayısının en az üç veya daha fazla kişi olması, üyeler arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ bulunması, suç işlemek amacına yönelik fiili bir birleşme bulunması, örgütün niteliği itibariyle devamlılığın olması ve amaçlanan suçları işlemeye elverişli nitelik ve nicelikte üyeye, araç ve gerece sahip olunması son olarak bu koşulların bir arada bulunması gerektiği anlaşılmaktadır. Koşullardan birinin dahi gerçekleşmemesi halinde suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgütten söz edilemeyecektir.
Yargıtay 10. CD, 09.02.2007, E. 2006/4388, K. 2007/8546 sayılı kararında “dosya kapsamına göre; yurt içi kargo servisine gelerek, adına gelen ve içerisinde suça konu uyuşturucu maddenin bulunduğu paketi almasından sonra yakalanması” durumunda suçun uyuşturucu maddenin kabul eden failin tasarruf alanına girmesiyle tamamlandığını, uyuşturucu madde fail tarafından kabul edilmesine rağmen failin elinde olmayan herhangi bir nedenle teslim alınamadığında fiilin teşebbüs aşamasında kalabileceğini belirtmiştir.
Yargıtay 10. CD, 24.03.2021, E. 2020/21446, K. 2021/3906 sayılı kararında TCK m.188/5’de bulunan nitelikli halin sanıklar hakkında uygulanabilmesi için üç veya daha fazla kişi tarafından suçun işlenmesinden önce veya işlendiği sırada ortak bir irade ile suç işleme kararını vermek suretiyle aynı suç işleme kararı altında eylem birlikteliği içerisinde suçun icrasında doğrudan doğruya etkili olan hareketleri gerçekleştirerek müşterek fail sıfatı ile suçun kanuni tanımında yer alan aynı seçimlik hareket üzerinde ortak hakimiyet kurmaları gerektiğini belirtmiştir. Karada sanığın uyuşturucu maddeninin sahibi konumunda olduğu, diğer sanıkların uyuşturucu madde sattıkları, yargılamaya konu suç tarihlerinde anılan her üç sanığın müşterek fail sıfatı ile aynı yönde hareket ettiklerinin sübut bulmadığı anlaşıldığından TCK’nın 188/5. maddesi uyarınca artırım yapılmak suretiyle fazla ceza tayini hükmü verilmiştir. Uyuşturucu madde ticareti suçu özgü bir suç olmadığı için, bu suçun faili herkes olabilir. Ancak bu suç çoğunlukla birden fazla kişi tarafından işlendiği için uyuşturucu madde ticareti suçuna iştirak söz konusu olabilecektir.

Lise egitim hayatına İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler lisesinde başlayıp, Kanada Moncton High School’da devam etmiştir. Şu anda Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Aynı zamanda yarı zamanlı olarak Polat&Polat Hukuk Bürosu’nda staj yapmakla birlikte web sitesi için metin yazarlığı yapmaktadır.
Yasal Uyarı
Bu sayfadaki içerikler hukuk fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış, içeriğin planlaması ve kontrolü büromuz avukatları tarafından yapılmıştır. Bu sayfada yer hazırlanan hukuki bilgiler, hukukçulara ve genel hatlarıyla konu hakkında fikir edinmek isteyen kişilere yöneliktir. Bu bilgilerin doğruluğunu temin etmek için azami çabayı göstermekle birlikte; bilgilerin somut olaya göre geçerliliğinin değişebileceğini veya yasal değişikliklerle güncelliğini yitirebileceğini, avukatlarımızın hukuki görüşleriyle yargılama yetkisine sahip mercilerin görüşlerinin yer yer birbirinden ayrılabileceğini hatırlatmak isteriz.